anasayfa < Hayat ve Mücadele < ibne teorisi
önceki sayfa

İbne Teorisinin Yapısökümü

Steven SEIDMAN, Çev: Kerem GÜVEN

Birçok farklı anlam altında yatıyor gibi görünse de, ibne, hem egemen heteroseksüel hem de egemen homoseksüel anlayışa karşı bir duruşu öneren bir kavramdır. Homoseksüel öznenin ele alınmasını ibne araştırmalarında merkezi bir yer olarak alıyorum. İbne politikası ve teorisi egemen gey-lezbiyen ve heteroseksüel akımlarca yürütülmekte olan normalleşmeye yönelik kimlik politikasını ortaya koyup, eleştirmeyi hedeflemektedir; ibne politikası tüm normalleştirilmiş hiyerarşilere karşıdır, ibne teorisi de gey ve lezbiyen yaşamının artık sorgulanmadan temelini oluşturan kimlik temelli söylem ve teorileri krize sokmayı hedeflemektedir. İbneler anarşizm ve radikal demokrat bir çoğulculuk arasında gidip gelen bir farklılıklar politikası temelinde başkaldırıyorlar. Ben daha çok teorik yönüyle ilgileneceğim.

En azından 1950'lerden 1970'lerin ortalarına kadar, Amerikan toplumunda yaygın olan kanı homoseksüelliğin tarih boyunca tek bir temel anlamı olan bir fenomen olduğuydu. Hem Amerikan kamuoyu hem de homoseksüel toplum, homoseksüelliğin ortak bir kimliği ifade ettiğini varsayıyordu. Tartışmalar bu varsayılan gerçeğin ahlâkî sonuçlarıyla ilgiliydi daha çok. İkinci Dünya Savaşı sonrası bilimsel, tıbbi ve hukuki bir çok kurum homoeksüelliği psikolojik olarak anormallik, ahlâki olarak düşkünlük, sosyal olarak da sapkınlık olarak ele alırken, homoseksüel gruplar ve onları destekleyenler homoseksüelin "normal" olduğunu savunmaya çalışıyorlardı. 1970'lere gelindiğinde gey ve lezbiyen hareket homoseksüellikle ilgili stereotiplere karşı çıktığı halde, farklı bir insan tipi olarak "homoseksüel" kavramına karşı çıkmıyordu. Yapılan tartışmalar hemen homoseksüellerin dostlarına karşı düşmanları noktasına geliyordu.

1970'lerin sonlarına doğru ise "homoseksüel" üzerine yapılan tartışmalar belirgin bir şekilde değişti. Homoseksüelliğin tek ve değişmeyen bir durum olduğu varsayımı yerini aynı cinse yönelik cinsel arzunun toplumlar içinde ve arasında dikkate değer ölçüde değişen anlamları olduğu anlayışına bıraktı. 1980'lere gelindiğindeyse bir çok entelektüel için aynı cins cinselliğin anlamı ve buna bağlı olarak pratiği doğal ve evrensel değil, toplumsal ve zamansal bir mantığa dayanıyordu.

Nedenselliğin yapısalcı sorgulanmasının sonuçlarından biri de eşcinsel topluluk içinde masumiyetin kaybı oldu. Lezbiyen ve gey topluluğun ortak bir fayda ve deneyim paydası çevresinde birleştiği varsayımı şüpheyle karşılanır oldu. Eşcinsellik üzerinden yapılan mücadelenin aynı zamanda farklı ve bazen birbiriyle çelişebilen değerleri, ilgi alanları, politik gündemleri olan lezbiyen, gey, biseksüel ve ibne birey ve gruplar arasında da yaşanan bir yüzü olduğuna da değinilir oldu. Bu altkültürlerin eşcinselliği temsili, heteroseksüel kaynaklı her türlü temsilin karşılandığı gibi düzenleyici ve disipline edici rolü nedeniyle benzer şüphelerle karşılandı. Homoseksüellikle ilgili herhangi bir söylem ne kadar özgürlük yanlısı olsa da, sınırlı bir kesimin toplumsal çıkarlarını sergilediği ve belli politik hedefleri olduğu şüphesinden kaçamaz. Homoseksüelliği temsil etme çabasının Foucault'nun deyişiyle bilgi/iktidar etkileri vardır ve sosyal hiyerarşilerin yaratıcısı olarak algılanabilir.

1993'te bir dönemin bitmiş olduğuna inanarak yazıyorum. Irk ve cinsiyet tartışmaları lezbiyen ve geyler içinde derin bölünmelere yol açtı; AIDS birçoğumuzun kendimizi tanımlayıp, onun temelinde organize olduğumuz arzuları hastalık ve ölüm ile tehdit etti; bitmek bilmeyen açılma, açık olma ve insanları açma politikaları korku ve önyargılardan beklenen kurtuluşu sağlayamadı; lezbiyen-feminizmin şu andaki sorunları ve egemen eşcinsel çevrelerin asimile olmaya teslim olmuş politikalarının şüpheyle karşılanılması gereken zaferleri şu an baskın olan lezbiyen ve gey politika kalıplarının yıprandığını gösteriyor. Ortak bir kimlik varsayımı çevresinde oluşmuş olan "birlik" söylemi yerini toplumsal bölünmelere bıraktı; birbiri ardına konuşan bir çok ses, uyumsuz sesleri varsayılan bir birlik uğruna boğan monoton bir tek sesliliğin yerini aldı.

Eğer bir dönemin sonuna tanık oluyorsak bu tek ve ortak bir cinsel kimlik fikrinin geçerliğini kaybeder gibi olmasıyla olmuştur. Kimliğin sorgulanması öncelikle seks ve ırk konularındaki tartışmalarla başlamıştır. Gey ve lezbiyen-feminist bir cinsel etiğin iyice katılaşmasını protesto eden cinsel başkaldırılar ve farklı ırklardan gelen insanların gey ve lezbiyen kişiden beyaz, orta sınıf birisi gibi bahsedilmesine eleştirileri egemen gey ve lezbiyen hareket içindeki krizin başlangıcındaki tartışmalar oldular. İbne politikası ve teorisinin ortaya çıkışını hem bu krize cevap hem de bu krizi anlamaya yönelik bir hareket olarak görüyorum. Birçok farklı anlam altında yatıyor gibi görünse de, ibne, hem egemen heteroseksüel hem de egemen homoseksüel anlayışa karşı bir duruşu öneren bir kavramdır. Homoseksüel öznenin ele alınmasını ibne araştırmalarında merkezi bir yer olarak alıyorum. İbne politikası ve teorisi egemen gey-lezbiyen ve heteroseksüel akımlarca yürütülmekte olan normalleşmeye yönelik kimlik politikasını ortaya koyup, eleştirmeyi hedeflemektedir; ibne politikası tüm normalleştirilmiş hiyerarşilere karşıdır, ibne teorisi de gey ve lezbiyen yaşamının artık sorgulanmadan temelini oluşturan kimlik temelli söylem ve teorileri krize sokmayı hedeflemektedir. İbneler anarşizm ve radikal demokrat bir çoğulculuk arasında gidip gelen bir farklılıklar politikası temelinde başkaldırıyorlar. Ben daha çok teorik yönüyle ilgileneceğim.

İbne teorisi bir kültür ve politika olarak eşcinselliği yeniden düşünmek için bir itici gücü temsil etmektedir. Böylesine bir kültürel değişim hareketinin çoğunluğu akademik çevrelerce şekillendirilmesi garip görünebilir. Gene de, prestij sahibi üniversitelerde çalışıyor olmaları, gey entelektüel kültür içindeki ağırlıkları, Queer Nation ve HIV/AIDS aktivizminin radikal politikaları üzerindeki etkileri gey ve lezbiyen kültür ve politikanın şekillenmesinde önemli bir yerleri olduğunu düşündürmektedir. Sosyal etkilerine işaret eden bir şey de eski entelektüel elitler tarafından eleştirel bir kabul görmeleri. Örneğin, Jeff Escoffier (1990) yapısökümü döndükçe gey entelektüellerin depolitize olmalarından şikayet eder. Benzer bir şekilde Simon Watney (1992) 1991'deki gey ve lezbiyen çalışmalarını derleyen bir konferansta ibne teorisinin AIDS politikalarını marjinalleştir-diğinden şikayet ediyordu. Daniel Harris (1991) yapısökümü sadece medya eleştirisi üzerine odaklanarak AIDS politikalarını abesleştirdiği için saldırıyordu. Bu eleştiriler çeşitli entelektüel ve politik konumlardaki elitler arasında kültürel bir çatışmaya işaret etmektedir. Bu çatışmayı sadece bir ideolojik karmaşa olarak almak yanlış olur. Kültürel elitler kişi ve toplumu, toplumsal normları ve politik stratejileri şekillendiren söylemleri üretirler. Muhabirler, yazarlar, film yapımcıları, aktör ve aktrisler daha çok insana ulaşabilmekteyseler de akademik çevreler bu kişiler aracılığıyla daha da geniş etkilere sahip olabilirler. Daha önceki nesildeki özgürleşmeci (liberationist) teorisyenlerin gey ve lezbiyen kültürel ve politik yaşamını belirlemeleri gibi, günümüzde de ibne teorisyenlerinin oluşturduğu nesil gey ve lezbiyen entelektüel kültürünü belirliyor.

İbne teorisinin sosyal ve politik öneminin kavranabilinmesi için tarihsel süreçteki yerini ortaya koymaya çalışacağım. 1970'lerin başından günümüze kadarki gey ve lezbiyen entelektüel kültürün gelişimini kaba hatlarıyla yansıtmaya çalışacağım. Bu daha çok bir öneri şeklinde olacak. Bunu ibne teorisinin temel kavramları ve sosyal ve politik anlamları ile ilgili kısım takip edecek. Son olarak da, bilgi politikalarına yaptığı önemli bağları takdir etmekle birlikte teorinin sessiz kaldığı noktaları sergilemeye çalışacağım.

I. Stonewall sonrası gey entelektüel kültürünün durumu

Gey ve lezbiyen entelektüel kültürünün ilk safhası kabaca 1968 ve 1975 yılları arasındaydı. 1968'de henüz gey topluluklar oluşmaya başlamıştı ve bu da daha çok büyük şehir merkezlerindeydi. Eğer 1968'de bir kültürel donanımdan bahsedilecek olursa bu Mattachine Society ya da Daughters of Bilitis çevresinde örgütlenmiş olan daha önceki nesile aitti. Bu örgütlenmelerin yerel karakterini ortaya koyacak şekilde gey kimliğiyle çıkan ulusal dergi ya da gazete yoktu, kurumsallaşmış bir gey sanatı ya da tiyatrosu yoktu, sadece izole bir şekilde çalışmalar yapan gey olarak bilinen yazarlar vardı. Eşcinsel teori eşcinselliğin toplumun belli bir kısmına özgü ikincil bir psikolojik bozukluk olması ile insanlarda değişen şiddetlerde mevcut olan normal bir arzu olması arasında gidip geliyordu. Eşcinselliğin baskı altındaki bir azınlık olarak teorisinin başlangıcı Harry Hay gibi radikallerce dile getirilmekteyse de genellikle göz ardı edilirdi. Eşcinsel politikalar ağırlıklı olarak toplumsal asimilasyona yönelik vatandaşlık hakları çerçevesinde kuruluyordu.

Hem toplumun zorla heteroseksüelleştirmesine hem de eşcinsel hareketin asimilasyona yönelmesine tepki olarak gey ve lezbiyen özgürleşmeci hareket ortaya çıktı (Adam 1987; Altman 1982; Fadermen 1991). Kültürel cephede önsaflarda kendilerini gey özgürleşmecileri (liberationist) ya da lezbiyen-feministler olarak tanımlayan, genellikle genç, beyaz, eğitimli kişiler bulunuyordu. Toplumda egemen olan heteroseksizmi ve seksizmi eleştiriyorlardı. Yeni soldan ve feminizmden aldıkları ilhamla Mattachine Society ve Daughters of Bilitis'in asimilasyona yönelik politikalarının yerine dönüştürücü politikalar koydular. Özgürleşmeci düşünce belli birkaç kola ayrılıyordu. Örneğin eşcinsellik genel olarak doğal, evrensel bir durum olarak kabul ediliyordu. Protesto edilen şey eşcinselliğin hastalıklı bir durum olarak gösterilmesiydi. Hetero/homoseksüellik çevresinde düzenlenmiş cinsiyet rejimine meydan okumadan, homoseksüelliğin doğal, normal ve iyi olduğu iddia ediliyordu. Bununla birlikte bazı özgürleşmeciler dışlayıcı olan cinsellik ve toplumsal cinsiyet sistemine karşı mücadele ediyorlardı; heteroseksüel/homoseksüel ya da erkek/kadın rollerinden, dar bir üreme-organı-merkezli cinsellikten sıyrılmış androjen, çok çeşitliliğe açık bir insanlık ideali güdüyorlardı. Diğer bir özgürleşmeci grup, özellikle de lezbiyen-feministler heteroseksüel ve homoseksüeller arasındaki farkları kabul ediyor ve benimsiyor, bunlar üzerinde yeni bir toplum ve kültür kurmayı amaçlıyordu. Sonuçta bazıları ayrılıkçı bir süreci talep ederken bazıları amerikan mozaiğinin çoğulculuğuna hitap ediyordu.

1970'lerin başında ulusal çapta gey ve lezbiyen kültürel aygıtlar ortaya çıkmaya başlamıştı. Özgürleşmeciler entelektüel kültürün şekillenmesinde öncülük ediyorlardı. Dergi, bülten ve gazeteler yayınlamaya başladılar, ulusal yayınlar gey ve lezbiyen sanat, edebiyat ve teorinin dolaşımını sağladı. Birçok gey ve lezbiyen entelektüelin akademiyle bağları olsa da (ki aslında çoğu üniversite mezunu ya da öğretim görevlisi idi) çalışmaları daha çok hareketin kültür ve politikasıyla sınırlıydı. Bu da kısmen, üniversite ile zayıf, olgunlaşmakta olan hareketle sıkı bağlarının belirtisiydi. Hareket içindeki kişisel ve sosyal kökenleri yüzünden entelektüel ve aktivist rollerini kaynaştırabiliyorlardı. Yazış tarzları ve dilleri aktivizme olan ilgilerini kanıtlayacak biçimdeydi, mesala eleştiriler analitik ve teorik kitaplardan çok kısa makaleler, şiirler, broşürler, manifestolar, kısa hikayeler, anı ve otobiyografik metinler halinde ifade ediliyordu. Çalışmaları pahalı olmayan bülten, gazete broşürlerde yayınlanıyor, kitap ve antolojiler toplumun geneline hitap edecek şekilde hazırlanıyordu. Kısacası gey özgürleşmeci ve lezbiyen-feminist hareketin ilk yıllarında gey /lezbiyen entelektüel kültür hareketin gündemi çevresinde dönüyordu. Bir başka deyişle, özgürleşmeciler halk entelektüelleri, bir toplumsal hareketin sözcüleri gibiydiler.

Lezbiyen ve gey kültürün ikinci evresi kabaca 1970'lerin ortalarından 1980'lerin ortalarına kadar sürer. Gey ve lezbiyen hareketin politik olgunlaşması ve topluluk oluşturma dönemiydi. Amerika'nın belli başlı tüm şehirlerinde gey topluluk kurumsallaşma aşamasına gelmişti. Bu toplumsal gelişmeye ulusal çapta bir kültürel aygıt olarak gazete ve süreli yayınların çıkması, sanat ve edebiyat birliklerinin oluşması öncülük etti. İlk kez 1980'lerin ortalarında Birleşik Devletlerde ulusal gey ve lezbiyen kültürden bahsedilebilirdi.

Gey topluluk oluşturulmasında öncülük eden gey özgürleşmeciler, sonradan egemen olan gey ve lezbiyen akımlarca marjinalize edilmeye başladılar. Yeni bir insan yaratmağa yönelik özgürleşmeci bakış açısı yerini etnik nasyonalist kimlik modellerine ve asimilasyon idealleri olan, ya da lezbiyen-feministlerde olduğu gibi ayrılıkçı bir süreci hedefleyen belli grup çıkarlarına yönelik politikalara bırakmıştı. Lezbiyen ya da gey olmak doğal ve değiştirilemez bir durum olarak veya lezbiyen-feministlerde olduğu gibi politik bir tercih olarak kabul ediliyordu.

Yeni bir entelijensiya ortaya çıkmaya başladı. Lezbiyen ve gey toplulukların ülke genelinde kurumsallaşmasını takiben yeni bir gey ve lezbiyen kültür işçileri (yazar, muhabir, artist gibi) gazeteler, dergiler, kitap yayımcıları ve tiyatrolarca desteklenir oldular. Dahası Birleşik Devletlerde eşcinsellere hoşgörünün yayılmasıyla birlikte eşcinselliği çalışma konusu olarak seçebilen gey ve lezbiyen akademisyenler ortaya çıktı. Bu akademisyenlerin büyük çoğunluğu gey özgürleşmeci ya da lezbiyen-feminist gruplardan geliyorlardı. Genel olarak, eşcinselliğin tarihötesi bir durum gibi görülmesini eleştiriyorlardı. Kimlik politikalarından fazla kopmadan, eşcinsel kimliğin sabit ve evrensel bir fenomen olarak tanımlanmasına yönelik çabalara karşı çıkıyorlardı. Eşcinselliği toplumsal ve tarihsel şartlara göre değerlendiriyorlardı. Eşcinselliğin ve kimliğin ortaya çıkışı yakın batı tarihine ait bir olay olarak inceleniyordu mesela, evrensel ve doğal bir durum olarak değil.

Bir önceki gey ve lezbiyen entelektüellere göre bu nesil akademiye daha bağlıydı. Çoğunlukla tarihçiydiler, akademik dergilere yazıyorlardı, kitapları üniversitelerce basılıyordu; açıkça gey ve lezbiyen bir kimliği benimsemelerine rağmen akademik bir başarı gösterebilmiş ilk nesildiler. Bu entelektüellerin çoğu akademisyen olsa da çalışmaları hareket kültür ve politikasından kop-muş değildi. Bu akademik çevrelerce tanınmayı ve kabul görmeyi amaçlasalar da, akademi dışı insanların da anlayabileceği bir dille yazıyor olmaları bunun bir göstergesi olarak alınabilir. Dahası birçoğunun toplumsal aktivizm geçmişi vardı ve politik ve toplumsal olarak lezbiyen ve gey yaşamının bir parçasıydılar; üniversite dışı topluluklar onların asıl hedef kitleleriydi. Eşcinsel kimlik ve toplumunun oluşumuna odaklanan çalışmaları 1970'lerin sonunda ortaya çıkmaya başlamış olan gey ve lezbiyen yaşamının azınlıklaşmasını (minoritization) hızlandırdı. Yani kısacası, birçoğu akademisyen olarak çalışmalarını sürdürüyor olsa da hareketin tarihi ve o anki politikaları ile sıkı bağlar içinde olmaları, toplumun eğitimine önem veren disiplinlerden gelmeleri akademisyen ve aydın kimliklerini kaynaştırabilmelerini sağlıyordu.

Gelişmekte olan gey ve lezbiyen entelektüel kültürünün üçüncü evresi 1980'lerin ortalarından günümüze kadar uzanıyor. Topluluk oluşturma, gey ve lezbiyen toplum artık iyice kurumlaşmış bir altkültür olana kadar devam etti. Dramatik sosyal ve politik başarılara sahne olmuş olan önceki döneme göre bu dönemde egemen görüşlere uygun bir hareket olmaya yönelik politikalar hareketi yönlendiriyordu. Aslında 1970'lerin ortalarından 1980'lerin ilk yıllarına kadar görülen gerileme bu egemene uyum sağlayıcı politikaların başarısına kanıt olarak gösterilebilir. Bu politikalar bariz gey niteliklerine sahip bir modanın ticari başarısı, eşcinsellerin Rainbow Coalition'a (amerikan rüyasının her Amerikalı için gerçekleşebilecek bir şey olması için, azınlıkta kalan vatandaşların hakları için çalışan bir kurum) üye kabul edilmeleri, toplumsal ve kültürel seçkinlerin gey ve lezbiyenlikle birlikte anılmaktan duydukları endişenin azalmış olmasında kendini göstermektedir. Belki bunun en belirgin şekli de entelektüel kültürde meydana geldi. Çok satışlı egemen gazete, dergi ve yayınevleri, özellikle de akademik yayınlar gey ve lezbiyen yazarlara kapılarını açtılar. October, Social Text, Socialist Review, Radical America, South Atlantic Quarterly, Differences, Oxford Review ve Raritan gey ve lezbiyen konularıyla ilgili metinler yayınladılar. Önemli yayınevleri, Routledge ve Beacon'dan Chicago, Columbia, Duke, Minnesota ve İndiana gibi üniversite yayınlarına kadar lezbiyen ve gey çalışmalarıyla ilgili güçlü kitap dizileri yayınladılar.

Başlıca üniversitelerde gey/lezbiyen araştırma merkezleri ve bu konularda eğitim veren birimler kuruldu.

Lezbiyen ve gey kültürün egemen olana teslim olması üniversiteyi gey ve lezbiyen söylemin başlıca üretim yeri haline getirdi. Tabiki, aynıcins deneyimlerle ilgili söylemler akademik olmayan çevrelerce de (film yapımcıları, gazeteciler, yazarlar, köşe yazarları, şairler, politik aktivistler gibi) üretilmeye devam etti. Buna rağmen gey ve lezbiyen bilginin üretiminin kontrolü gittikçe artan şekilde gey akademisyenlere ait olmaya başladı. Bu gelişme bir yandan gey ve lezbiyenlerin bilginin üretiminde ve dolaşımında daha güçlü bir sese sahip olacakları anlamına geliyorsa da gey entelektüel kültürünün hiçbir zaman olmadığı kadar akademik ve akademik olmayan gruplara ayrılmasına da yol açtı. Dahası, akademisyenlerce üretilen eşcinsellik söylemi ile günlük hayattaki eşcinsellik arasındaki boşluk genişledikçe gey teorisi ve politikaları arasındaki bağların zayıflaması olasılığı da ortaya çıktı. Teorisyenler ve aktivistler farklı toplumsal konumlardan geldiklerinden, farklı dilleri konuştuklarından ilişkileri yara alıp zayıflayabilir.

Üçüncü evre gey ve lezbiyen entelektüel çevrelerde yeni bir itici gücün ortaya çıkmasına sahne oldu: ibne teorisi. Asıl okuyucuları gey ve lezbiyen toplum olan ve kendileri de bu toplumdan gelen gey ve lezbiyen yaşamıyla ilgilenen bazı kendi kendini eğitmiş entelektüeller (Katz, Martin. Lyon, Rich gibi) ve profesyonel tarihçi ve sosyal bilimciler (D'emilio, Trumbach, Weeks, Smith-Rosenberg) yaklaşımlarını konumlandırmak ya da tarif etmek için ibne terimini tercih etmeye başlamış yeni nesil akademisyen seçkinlere homoseksüellik bilgisini tariflerken dayanaklarını kaybeder gibi olmuşlardı. İbne teorisi özelikle Fransız postyapısalcı teoriye dayanıyor ve eleştiri yöntemi olarak da yapısökümü tercih ediyordu. İbne teorisini üretenler önceki dönemlerdekilere göre akademiye daha sıkı bağlarla bağlıydılar; çoğunluğu hem akademik olmayan kitlelere hitap ederken hem de üniversitedeki meslektaşlarından kabul görmeyi bekleyen İngiliz profesörleriydiler. İbne teorisyenler HIV/AIDS politikalarıyla yenilenmiş aktivizmle ve dönüştürücü politikalara yeni bir ruh getirmiş olan ACT-UP ve Queer Nation gibi gruplarla eşzamanlı olarak ortaya çıktılar. Bugün ibne teorisi gey entelektüel kültüre şekil veriyor, en azından daha önce bağımsız bilim adamlarınca, tarihçi ve sosyal bilimcilerce yön verilen kadarına

II. Gey Kimliğinin Yapısökümü: İbne Teorisi ve Bilgi Politikaları

Gey karşıtı bir dalga olmasına rağmen gey ve lezbiyen hareketi 1980'lerde topluluk oluşturma ve merkezi eğilimlere uyum sağlama konularında büyük ilerlemeler kaydetti. Amerika Birleşik Devletleri'nin başlıca kent merkezlerinde lezbiyen ve gey topluluklar kamusal, kurumsallaşmış, politik ve kültürel bir gey kimliğini oluşturmayı başarmışlardı. Bu toplumsal tabana dayanarak lezbiyen ve geyler büyük başarı ile toplumun kendilerini kabulü için kampanyalar yürütmekteydiler, vatandaşlık haklarında düzenlemeler, politik temsil, hukuki reform ve medyada olumlu temsille ilgili çalışmalarında olduğu gibi.

Toplumsal başarı bir şekilde o zamana kadar sessiz kalmış olan farlılıkların da telaffuz edilebilmesini sağladı. Heteroseksüel cepheye karşı birlik uğruna hasır altı edilmiş olan farklılıklar görünür hale geldiler. Özellikle cinsiyet ve ırk üzerine çatışmalar farklılıkların toplumsal olarak ortaya çıkışında kilit noktalardı. Cinsel etik ve politik önceliklerle ilgili küçük atışmalar, toplumsal biraradalık ve gey ve lezbiyen kimliği önesürmenin getirileri üzerine genel bir savaş boyutuna ulaştı (Seidman 1993).

Baskın halde olan etnik nasyonalist kimlik modeli ve politikaları beyaz, ortasınıf, hetero-taklidi değerler sergilediği ve liberal politik hedefler benimsediği için eleştiriliyordu. Politik cephede, yaygın eğilimlere uyum sağlayan gey ve lezbiyenliğe yönelik benzer eleştiriler, kendisini normalleştirici ve disipline edici kültürel politikalara karşı konumlayan HIV/AIDS aktivistlerinden (örneğin ACT-UP) ve Queer Nation aktivistlerinden de gelmekteydi. Gey politikanın ana eğilimlerinden birine meydan okuyorlardı: politikaların ortak, tek bir özne etrafında organize olmuş olması. Kendilerine ibne(queer) diyerek, bedenleri üzerinde söz sahibi olma ve sağlık hizmetlerine ulaşma gibi konular etrafında örgütlenerek 1980'lerde kimlik politikalarının ötesinde bir politik kuvvet oluşturdular. Entelektüel cephede ise, gey ve lezbiyen ırk ve cinsiyet radikallerinden oluşan bir akım birleştirici bir gey kimlik inşasına, normlar ortaya koyması, pek çok arzu ve eylemi, gey ve lezbiyen birçok kimliği disipline etmeye çalışması ve marjinalize etmesi gerekçeleri ile karşı çıkıyorlardı. Kimlik ve politika üzerine farklı alternatifler öneriyorlardı. Sonunda, kimlik politikalarına bu başkaldırıyı dillendiren ve fikirleri gey ve lezbiyen entelektüel kültürün odağını oluşturanlar Fransız postyapısalcılığını izleyen ibne teorisyenleriydi.

Postyapısalcı teori edebi eleştiriyi kurallar ve doğrular belirlemekten, edebi yapı ile ilgili belki de evrensel olan bazı sorulara yanıtlar aramak üzere yapılan diyaloglardan çok bir toplumsal analiz olarak kabul eder. Edebi metinler, toplumsal ve kültürel kodlar çerçevesinde kurulmuş, toplumsal ve politik pratikler olarak, kimlikleri, toplumsal normları ve iktidar ilişkilerini belirleyen sosyal güçler olarak görülür. Metinler, bir takım temel sembolik figürler çevresinde kurulmuş olarak değerlendirilir (erkek/dişi, eşcinsel/karşıcinsel gibi). Böyle ikili karşıtlıklar bilginin kategorileri olarak kabul edilirler; düşünme biçimimizi ve tecrübelerimizi yapılandırırlar. Söylemin bu özelliği toplumsal hiyerarşilerin yaratılmasına katkıda bulunur. Yapısöküm, işte bu hiyerarşilerin gelişigüzel, toplumsal ve politik karakterlerini ortaya koyarak güçlerini sarsmayı hedefler. Yapısöküm bilginin kültürel politiği olarak da tanımlanabilir. Edebi analizden toplumsal analize gidiş, metin eleştirisinin toplum eleştirisine dönüşü, okumaların politik pratiğe, politikaların bilgi politikalarına dönüşümü yapısökümü ve ona dayanan ibne teorisini önemli bir teorik ve politik hareket kılıyor.

İbne teorisyenleri kimlerdir? Bazı isimler sayabiliriz başlangıç olarak: Eve Sedgwick, Diana Fuss, Judith Butler, Lee Edelman, Michael Moon, Theresa de Laureis, Thomas Yingling ve D. A. Miller. Başlıca metinlerse, Eve Sedgwick'in Epistemology of the Closet (1990), Butler'ın Gender Trouble (1990), Diana Fuss'ın Inside/out: Lesbian theories, Gay Theories (1991). Açık konuşayım. Entelektüel ve politik olarak birlikte davranan bir kültürel hareketten bahsetmiyorum. Önemli farlılıklar ve fikir çatışmaları olan bir gruptan bahsediyorum. Buna rağmen bazı ortak noktalara dayanıyorlar tabi: Fransız postyapısalcılığı ve yapısökümü temel alıyorlar edebi ve toplumsal eleştirilerinde; psikanalizin kategorilerini ve bakış açısını uyguluyorlar; toplumsal olanı baskın olan bilgi ve toplumsal ilişkileri sorgulamak amacıyla yorumlamak ve eleştirmek için bir metin olarak ele alıyorlar.

Ben ibne teorisinde baskın olan entelektüel ve politik dinamikleri ele almaya niyetliyim. Anahtar metinlerin detaylı bir analizini vermeye niyetim yok. Belli bir kültürel hareketin projesini anlaşılabilir kılmak ve önemini değerlendirmeye girişmek benim hedefim.

Eşcinsel teori eşcinselliği bir toplumsal azınlığın durumu olarak kabul etmeyi tercih etmiştir genellikle. Nedenselci ve yapısalcı bakış açıları homoerotizmin evrensel bir tecrübe olduğunu varsaysalar da, iki bakış açısı da eşcinsel bir toplumsal azınlık kategorisinin oluşumuna katkıda bulunmayı hedefliyor. Mesela nedenselci bakış açısı sadece bazı insanların tamamen ve kesin olarak eşcinsel olduklarını savunur. Burdan yola çıkarak analizi yapan kişi bu eşcinsel topluluğun nasıl kendisinden toplumsal bir azınlık olarak bahsettiğini açıklamaya ilerler. Toplumsal yapısalcı bakış açısına göre aynıcins cinsel deneyimler evrensel olsa da, sadece bazı toplumlardaki bazı insanların hayatlarını homoerotizm çevresinde kurduklarını varsayar. Bu varsayımdan yola çıkan analizci de evrensel homoerotik arzuyu homoseksüel kimliğe dönüştüren toplumsal faktörleri araştırmaya yönelir. Nedenselci ve yapısalcı perspektiflerin farklı görünmelerine rağmen, gey ve lezbiyen analizciler bilinçli bir homoseksüel azınlığın oluşumunu etkileyen toplumsal faktörlerle meşgul olageldiler. Her iki bakış açısından da gey ve lezbiyen teorisi 1970'lerde ve 1980'lerde homoseksüel bireyin olgunluğa erme hikayesiyle ilgilendi.

İbne teorisyenleri ise eşcinselliğin ister doğal ister toplumsal kaynaklı olduğu düşünülsün, bir kişi ya da grubun özeliği olarak algılanmasını eleştiriyorlar. Bu bakış açısının heteroseksüel/homoseksüel ikiliğini kişinin, cinsellikle ilgili bilginin ve toplumsal kurumların yapılanmasında temel çerçeve olarak bıraktığını savunuyorlar. Sadece eşcinselliğin normalleşmesi ya da toplumsal bir azınlık olarak yasallaştırılmasını hedefleyen bir teorik ve politik proje, kişilerin ve toplumsal kurumların heteroseksüel/homoseksüel ikiliği çevresinde örgütlenmesini ve düzenlemesini öngören toplumsal rejime meydan okuyamaz. Söylemlerdeki ikili kavramlar kaçınılmaz bir şekilde hiyerarşik terimler olarak konuşlanıyor, böylece de dışlama ve baskılama politikalarını besliyor. Dahası böyle bir ortamda eşcinsel politikalar iki seçenek arasında baskı altında kalıyorlar; bir dahil olma politikası yolunda eşcinsellikle ilgili yasal hakların edinilmesi yolunda liberal bir mücadele vermek, ya da etnik nasyonel politikalar doğrultusunda farklılıkları vurgulayarak ayrılıkçı bir mücadele yürütmek.

Bugüne kadar gey ve lezbiyen politiklar eşcinsellikle ilgili yasal düzenlemeler yolu ile heteroseksüeliğin normalliğini kırmaya çalışmak yolundaydı. Bu proje önemli olsa da ibne teorisi tarafından sınırları ortaya kondu. İkili bir cinsiyet sistemi, baskın bir şekilde heteroseksüel olsa da olmasa da, kaçınılmaz bir şekilde baskıya ve hiyerarşiye yol açan psikolojik ve sosyal sınırlar yaratmakta, bunun sonucunda da bazı duygular, arzular, edimler, kimlikler ve toplumsal yapılar marjinalize edilmekte, dışlanmakta aşağılanmaktadır. Bireyler kendilerini hetero-veye-homoseksüel olarak tanımlamak zorunda hissettikleri ölçüde kendilerini sınırlayan ve toplumsal alanda baskılayıcı olan koruyucu kimlikler ve sınırlar inşa ederler. Dahası diğerini dışlayıcı bir şekilde hetero/homoseksüel arzu üzerine kurulmuş olan kimlikler dengeli ve kararlı değillerdir, bir kimlik kategorisinin kabulü diğerini öngörür ve dışlar. Heteroseksüelliğin ilanı karşıtını da ortaya koymakta, hatta bütünlüğünü korumak için homoseksüele ihtiyaç duymaktadır. Aslında bir homoseksüel ötekinin varlığının bilincinde olmak kişinin kendi içinde önüne geçilemez homoseksüel arzuların şüphesini uyandırıyor (gündelik yaşamda aynı cinsten olan kişilerle ilişkilerde, arkadaşlıkta, hayallerde, fantezilerde). Heteroseksüellik ve homoseksüellik karşılıklı olarak başkaldıran, üretken, dengesiz bir çift olarak birliktedirler.

Bir dizi psikolojik, sosyal ve politik karşıtlıklar yaratmanın yanısıra ikiliğe dayalı bir cinsiyet modeli cinsel teori ve politikayı da önemli ölçüde sınırlar. Cinsel kimliğin arzunun nesnesi olan cinsiyet tercihine eşit olarak algılanan cinsel yönelimle tanımlanması, geniş bir arzu, edim ve toplumsal ilişkiler grubunu teori ve politikanın konusu olmaktan alıkoymaktadır. Cinsel özgürleşmeyi heteroseksüel ya da homoseksüel yasal düzenlemeler ve kabul edilme ile eş görmek oldukça basite indirgenmiş bir "cins" anlayışına yol açar, çünkü cinsiyet tercihi dışındaki vücutla, cinsel uyaranlarla ilgili herhangi bir açık iletiyi, arzuları ve davranış biçimlerini, cinsel ilişkileri tartışmanın dışında bırakır. İbne teorisini yaratanların eserlerinde homoseksüel tercihin ve kimliğin yasallaşmasına yönelik olan mevcut akımın ortasınıf değerlere ihanet içinde olduğu ifade edilmektedir. Aynı cinsten tercihi yasallaştırmaya odaklanarak gey ve lezbiyen hareketi diğer birçok yönden marjinalize edilmiş ve değersiz kabul edilmiş birçok cinsel değeri de politika alanının dışında bırakmaktadır. Diğer bir deyişle şu an egemen olan gey hareket uzun süreli, tek eşli, erişkinler arası, aynı ırktan, aynı yaş grubundan kişiler arasında, romantik cinsel değerlere sahip bir ilişkinin normalliğini kabullenmiştir. Eğer birinin cinsel yönelimi aynıcinsten kişilerle sado-mazoşist ya da farklı ırktan kişilerle ya da para karşılığı seksi de içeriyorsa cinsel yönelimle ilgili politikaların sadece cinsiyet tercihinin yasallaşmasına indirgenmesine karşı çıkacaktır. Gey teori de dahil olmak üzere, egemen olan gey hareket disipline edici, normaller oluşturan, beceriksizce dışlamaya ve hiyerarşiye iten bir güç olmakla suçlanmaktadır.

İbne teorisi eşcinselliğin bir toplumsal azınlığın yaşamı ve kaderi olarak ele alınmasına karşı çıkar. Bunun altında yatan anlayış birey kimliğinin gey teorisi ve politiğinin temelini oluşturmasıdır. Gey topluluğu ve politikaları kendisini gey ve lezbiyen olarak tanımlayan bireylerin toplamından ve topluca harekete geçmelerinden oluşur. İbne politikaları bu konuda bir epistemolojik kayma yaratmak istemiştir. Kültürel düzeyde konuya odaklanmayı önerirler. Büyüteç altına aldıkları alan dil ve söylemle ilgili yapılardır genellikle. Özel olarak analizini yaptıkları şeyse hetero/homoseksüel karşıtlığıdır. Bu karşıtlık bir bilgi kategorisi, kişinin kendisini, arzularını, davranışlarını ve toplumsal ilişkilerini tanımlama ve düzenlemenin bir yolu olarak ele alınır. Bu hetero/homoseksüel öğeler metinlerde ve toplumsal pratiklerde dile getirilerek dışlayıcı heteroseksüel ve homoseksüel özneler ve toplumsal birimler oluşturulur. Aynen feministlerin bireysel ve toplumsal yaşamı şekillendiren bir toplumsal cinsiyet kodu buldukları (maskulen/feminen ikiliği) yolundaki iddialarına paralel bir görüştür bu. İbne teorisi eşcinsellik sorunsalını birey kimliği ve eşcinsellere uygulanan baskı ve özgürleşme politikaları çerçevesinde değerlendirmekten eşcinselliği kültürel bilgi politikaları açısından ele almaya geçişi önermektedir. Böylece ibne teorisi eşcinselliği toplumunun ve toplumsal analizin merkezine yerleştirir. İbne teorisi eşcinsel topluluğun baskı altında olmasını ve kendini ifade edişini açıklamaya çalışmaktan çok arzuyu, davranışları, toplumsal kurumları ve ilişkileri (yani kişinin ve toplumun kuruluşunu) şekillendiren bir bilgi/iktidar ilişkisi olarak hetero/homoseksüel öğelerin analizini yapmaktadır.

Eşcinselliğe bir bireysel kimlik sorunu olarak yaklaşmaktan uzaklaşıp, kültürel bir figür ya da bilgi kategorisi olarak ele almak Eve Sedgwick'in Epistemology of the Closet (1990) adlı kitabının temel iddiasıdır. Giriş cümlesi eşcinselliği kültürel bilgi politikası olarak ele almaya çağrı yapmaktadır:

Epistemology of the closet yirminci yüzyıl Batı kültürünün başlıca fikir ve bilgi düğümlerinin genel olarak, başta kronik sonra da endemik şekilde homo/heteroseksüel tanımlanma krizi çerçevesinde yapılandığını öne sürer.... Bu kitap modern Batı kültürü ile ilgili anlayışın, modern hetero/homoseksüel tanımların eleştirel analizini içermedikçe, tamamen eksik değilse de, tam merkezinden yara almış olacağını iddia etmektedir. Sedgwick, 1990.

Ondokuzuncu yüzyılın sonlarından itibaren artık "herkes homo-yada- heteroseksüel bir kimliğe sahip olarak değerlendiriliyordu... Bu değişiklik kültür içerisinde homo/heteroseksüel güçlü karşıtlığından muaf hiç bir alan kalmamasına yol açan şeydi" (Sedgwick, 1990). Homo/heteroseksüel tanımlamaların sadece bireysel kimlikler ve davranışları değil toplumsal kültürü de şekillendirmiş olduğu kabul edilmektedir. Bu şekillendirmeyi sadece bedenler, edimler, toplumsal ilişkiler üzerine cinsel tanımlar yükleyerek değil, daha önemlisi, illa da cinsellikle ilgili olmayan düşünsel ve kültürel geniş alanları şekillendirerek yapmıştır.

Yirminci yüzyıl Batı kültüründe anlamın mücadelesinin verildiği en canalıcı noktalar homo-sosyal/heteroseksüel tanımlamalar ile damgalanmıştır. Bu noktalar arasında, mahremiyet/açıklık, şahsi/kamusal gibi ikililer de vardır. Epistemolojik olarak yüklü olan bu ikilikler yolu ile, "closet" ve "coming out" kavramları içinde şekil bularak, tanımlama ile ilgili bu düğüm modern kültürel yapılanmanın temelini oluşturan bir çok diğer ikiliyi silinemez bir şekilde etkilemiştir: maskulen/feminen, çoğunluk/azınlık, doğal/suni, eski/yeni, büyüme/yozlaşma, kentsel/kırsal, sağlık/hastalık, aynı/faklı, gönüllülük/bağımlılık... Homo/heteroseksüel çekişmenin damgası öylesine derin izler bırakmıştır ki yukardakileri antihomofobik bir analizin yokluğunda ele almak bilmeden içlerindeki itici güçlerin devamını ve yeniden üretimine yol açmak anlamına gelir. Sedgwick, 1990.

Sedgwick bilginin bu ve benzeri kategorilerini dengede ve kararlı olmadığı konusunda ısrar eder. Modern Batı'ya ait cinsellikle ilgili tanımlar birbirine zıt durumlar arasında gelir gider. Örneğin, eşcinsellik insan topluluğunun küçük bir azınlığına ait bir özellik olarak da algılanabilir (bazı insanlar yüzde yüz eşcinsellerdir), veya eşcinsellik evrensel de kabul edilebilir (herkes eşcinsel arzulara şu ya da bu şekilde sahiptir). Homo/heteroseksüel tanımların kararlı, dengeli olmaması bu konuyu yapısökümcü analizin favori alanlarından biri haline getirir. "Bu kitabın temel argümanlarından biri yapısökümcüdür.... Takip ettiği analitik yol kültürümüzde simetrik ikilikler şeklinde temsil edilen kategorilerin, ki burda homoseksüel/heteroseksüel üzerinde duruyoruz, aslında çok daha yerleşmemiş, dinamik ilişkilerin devam edegelmekte olduğu alanlar olduğunu göstermeye yöneliktir" (Sedgwick, 1990). Sedgwick bu sembolik ikiliğin dengesizliğini ortaya koymak, hiyerarşik yapısını bozmak, böylece de toplum üzerindeki etkilerini değiştirmek veya nötralize etmeyi dilemektedir.

Inside/out adlı kitapta (Fuss 1991), toplumun bir metin olarak, toplumsal analizin de yapısökümcü analiz olarak ele alınışını ibne teorisinin merkezine yerleştirilmiştir. Sedgwick'den farklı olarak bu kitaba yazılarını vermiş olan yazarlar, akademik olarak kabul görmüş metinlerden çok, popüler kültürün ürünü olan "metinleri" yapısökümcü analizlerine konu etmişlerdir: Alfred Hitchcock'un "Rope" (Miller 1991) adlı filmi, "The Haunting" (White 1991) ve de Rock Hudson'ın popüler görünümleri (Meyer 1991) gibi.

Kitaba yazdığı önsözde Diana Fuss bilginin kültürel politiği için yapısökümsel bir çerçeve önerisinde bulunuyor. Kimliği bir nesneye ait bir özellik olarak değerlendiren mevcut yaklaşımlara karşı çıkarak, postyapısalcı bir yaklaşımla onu söylemle ilişkili bir figür olarak ele alıyor. "Yapısöküm kimliğin anlamını özvarlık olmaktan uzaklaştırıp, bunun yerine farklılık olarak kimliği öne sürüyor. Kimlik kendinden olmayanı içinde barındırmaya devam ettiği sürece, kişi parçalanmış kalacaktır ve kimlik ötekini dışlamak pahasına sahiplenilecektir, yani aynı kimlikten olmayanı reddederek ve baskılayarak" (Fuss 1989). Başka bir deyişle kişi ya da nesneler bir kimliğe olmadıkları şeye karşıt olarak sahip olurlar. Bir kimliğin kabulü farklı olanı yaratır ve onu dışlamaya iter, "öteki" yaratılmış olur. Bu ötekilik ise, hiçbir zaman tam olarak dışlanamaz ya da susturulamaz, kimliğin içinde varlığını devam ettirir ve ona sınırlılıklar ve imkansızlıklar görünümüne rahatsız edici bir şekilde kendini hatırlatır.

Fuss yapısökümcü yaklaşımı hetero/homoseksüel ikilisine de uygular:

Heteroseksüel ve homoseksüel arasındaki felsefi karşıtlık her zaman başka bir karşıtlığın temelleri üzerine kurulmuştur: içerisi, dışarısı. Cinsel davranışlar ve cinsel nesne seçimi ile ilgili tartışmalara egemen olan kimlik şimdiye kadar, görünüşte birbirinden farklı olan bu işlevsel ayrımların simetrik yapısına ve sınırlara, sınırlamalara, kısıtlılıklara dayalı bir mantığın engellenemez sembolik düzenine dayanıyordu. Gey ve lezbiyen teorideki pek çok çaba zor ama acilen gerekli bir iş olan hetero/homo hiyerarşisinin dengesizliğini ve ortadan kaldırılamazlığını sorgulamaya başlamış, basit bir içerisi/dışarısı dayalektiği ile yeni (ya da eski) cinsel olasılıkların ortaya konamadığını öne sürmüşlerdir. Ama, tam olarak nasıl bu homo/hetero karşıtlığını çökme noktasına getirebiliriz? Fuss, 1991.

İbne teorisinin çıkış noktası eşcinsellerin baskıya maruz kalması ya da kişisel ya da kollektif kendini ifade mücadelesi ya da eşcinsel/gey/lezbiyen kimliklerin yaratılması değil, söylemsel hetero/homoseksüel figürüdür. Inside/out'daki her makale toplumda kabul görmüş metinlerde bu sembolik figürü araştırmaktadır. Fuss kitabın girişinde kimlikle ilgili kavramları şimdiki zeminden söylemle ilgili alana kaydırmaya çalıştığı ölçüde hetero/homoseksüel kodu sarsmaya ve homoseksüel kimliğin kabulu üzerine kurulmuş bir politikanın sınırlılığını göstermeye çalışmıştır. Yapısökümcü eleştiriyi tekrarlar: hetero/homo kodu içerisi ve dışarısının hiyerarşisini yaratır. Eşcinsel kimliğin kabulü üzerine kurulmuş politikalar bu kodları güçlendirir ve kendi içerdeki/dışardaki hiyerarşisini yaratır.

Yapısökümcü analiz ikili bir kimlik yapısını kısıtlılıklarını ve kararlı olmadığını ortaya koymaya çalışır. "Cinsel kimlikler nadiren güvenlidirler. Heteroseksüellik hiç bir zaman tehdit edici homoseksüel ötekinin yakın fiziksel temasını görmezden gelemez, eşcinselliğin de heteroseksüelliğin aynı derecede şiddetli toplumsal baskısından tamamen kaçması mümkün değildir. Herbiri diğeri tarafından tehdit edilmektedir..." (Fuss, 1991). Yapısökümcü analiz göstermektedir ki hetero/homo birbirini öngörmektedir, herbiri diğeri tarafından aydınlatılmakta, ortaya konmakta ve diğerinde de bulunmaktadır, bu da herikisinin de son bulmaz savunucu tavrını, katı bir kabuğa çekilme eğilimini, bununla birlikte çöküşe ve kafa karışıklığına açık olmalarını doğurmaktadır. Sürekli bir şekilde heteroyu meşgul eden homo korkusu sınırların çöküşü ve silinişi, kökten bir kimlik karmaşasının her daim mevcut ve olası olan tehdidinde yoğunlaşmaktadır. Bir kültürel sosyal itici güç olarak bu ikiliğin ve karşıtlık üzerine kurulu bir kimlik politikasının çöküşü yapısökümcü adımların hedefidir. Fuss kültürel bir başkaldırı politikasını desteklemektedir. "İstenilen şey, bu kaçınılmaz mantığı getiren tüm yapıların darmadağın edilmesinden daha fazla birşey değildir" (Fuss, 1991).

Kaos GL sayıları 3+4, 2000

İbne teorisinin de dayandığı paradigmalara merak edene şu iki kitapları tavsiye edilebilir. Fakat her ikisi yukarıdaki yazıdan daha kolay değildir:
Todd May. Postyapısalcı anarşizmin siyaset felsefesi. Ayrıntı Yayınları, İstanbul 2000.
Alun Mundlow. Tarihi yapısöküm. Ayrıntı Yayınları, İstanbul 2000.
İtiraf etmeliyim ilgi alanım daha çok birinci kitabtı. İkinci kitabta sadece son sayfalarında bulunan sözlükçeyi öbür kitapta kullanılan terimleri çözmek için kullandım. (Türkçe ana dilim olsaydı, kitap okuma alışkanlığım daha iyi bir düzeyde olsaydı ve... . Bir şeyler üzerine kendi başıma düşenmek severim, fakat okuma alışkanlığım yüksek seviyede sayılmaz!)
Heribert


Tıklayın: önceki sayfa