anasayfa
< kosmos < yanıt
önceki sayfa

Şubat 1999 Cumhuriyet gazetesin'de yayınlanan İşçi Partisi lideri Doğu Perinçek'in eşcinsellere saldıran bir yazısına Kaos Eşcinsel Grubu, Lambda İstanbul ve Sappho'nun Kızları ortak bir metinle karşılık verdiler. Biz İstanbul'da Cumhuriyet dergisiyle teması gerçekleştirken Ankara'daki arkadaşları bu yanıtı hazırladılar.


9 -10 -11 Şubat 1999

"Eşcinsel Sivil Toplum Örgütlerinden Doğu Perinçek'e Yanıt"

Eşcinselliğin, çürüyen kapitalizmle, toplumsal çöküşle ilişkilendirilip mutsuzluk kaynağı olarak adlandırıldığını görünce, bu topraklarda yaşayan kadın ve erkek eşcinseller olarak öfke duysak da acıyla gülümsemekten kendimizi alamadık. Doğu Perinçek'in "orijinal" tezlerinin, biz eşcinseller için ne yazık ki hiç de yeni olmadıklarını belirtmek durumundayız. Modern psikiyatriye rağmen geleneksel ahlâkçı yaklaşımları bilimsellik kılıfıyla süsleyen psikologları ve bilgisi, önyargılarından ibaret gazetecilerin ve televizyoncuların yaptıkları programları hatırladık!

Üç büyük din, birbiriyle çatışan ideolojiler, nazizm ile stalinizm, sağ ile sol, eşcinsellik sözkonusu olduğunda hemen kolkola girerler ve heteroseksüel erkek egemen ideolojinin şekillendirdiği aynı heteroseksist yaklaşımı dillendirirler. Elbette ki bu durum farklı zaman ve toplumlarda değişiklik gösterebilmektedir. Sayın Doğu Perinçek'in yazısından anlaşılıyor ki yadsıma yerini yargılama ve saldırıya bırakıyor. Bize asıl kaygı veren sayın Perinçek'in "tez"lerinin kişisel görüşleri olarak kalmayıp lideri olduğu İşçi Partisi'nin de eşcinselliğe ve eşcinsellere yönelik politikası olacağıdır. Sayın Perinçek, eşcinsellikle ilgili yazmadan önce, seçim dönemlerinde İşçi Partisi'nin yayınladığı listelerde adları yer alan aydın ve bilim adamlarına danışabilirdi. Doğu Perinçek'in yaklaşımı, bizim açımızdan, beyaz antropologların, modern toplumlara benzemeyen ve onun dışında kalan toplum ve topluluklara yaklaşımlarına benzemektedir. Doğu Perinçek'in eşcinselliğe yönelik tezlerinin hareket noktasını maalesef görünen bile değil, görmek istedikleri teşkil ediyor. Anlaşılan o ki sayın Doğu Perinçek'in yanlışlarını düzeltmek için eşcinsel davranış ile eşcinsel kimliğin farklı şeyler olduğunu, kendinle barışık olma/olmama durumunu açıklamak; örneğin Orhan Öztürk, Oğuz Arkonaç, İsmail Çifter gibi doktorların kitaplarını, Şahika Yüksel'in araştırmalarını hatırlatmak beyhude çaba olacak. Psikoloji, psikiyatri ve Dünya Sağlık Örgütü'nün eşcinselliği hastalıklar listesinden çıkardığını, Af Örgütü'nün eşcinsel tutsakları politik suçlu olarak gördüğünü hatırlatmak da aynı şekilde.

Doğu Perinçek, "eşcinsellik hâkim sınıflar içinde ortaya çıkar ve yaygınlaşır" diyor. Siz bunu, 'zenginlerin zevk-ü sefası, yozlaşmış burjuva ahlâkı' olarak okuyabilirsiniz! Eğer eski Yunan'ın, Roma'nın ve Osmanlı'nın tarihini sarayların tarihinden ibaret görüyorsanız, çıkardığınız sonuç elbette ki kimseyi şaşırtmaz. Yalnız eski Yunan'da yaşanılan eşcinselliğin oğlancılık olduğunu söyleyen bir tez, orijinal olmadığı gibi böyle bir tespit marifet de değildir. Eylül 1994'ten bu yana çıkan Aylık Politik Gay ve Lezbiyen Dergisi KAOS GL'de onlarca kez yazıldı bunlar. Ayrıca eşcinsellik Kaliforniya ve Arizona'da yaşayan Mojave Kızılderililerinde de, Orta Avustralya'da yaşayan Arandalar arasında da, kısacası insanın olduğu her ortamda şu ya da bu şekilde görülmektedir. Eşcinsel yönelim her tür dinsel, etnik, sosyo-kültürel,mesleksel ve politik grupta birbirine yakın oranda görülür. Şayet homofobinin ve heteroseksizmin egemen olduğu bir ortamda ortaya çıkamamamız, oralarda olmadığımız anlamına gelmez. İşçi sınıfının "erkekliğinden" kadın işçiler yeterince çektiler; biz eşcinsel ve biseksüel işçilere sıra mı gelir? Pek çoğumuz yoksul halk çocukları olduğumuz halde İnsan Hakları Derneği'nden bile kovulurken, sendikalarda, partilerde nasıl ortaya çıkabiliriz? Sayın Perinçek, Almanya'da ÖTV, İngiltere'de UNISON sendikalarında gay ve lezbiyen emekçiler, heteroseksüel işçi kardeşleriyle birlikte mücadele ediyorlar. Türkiyeli eşcinsel işçi ve memurlar da ömür boyu sessiz kalmayacaklar elbette.

Sayın Doğu Perinçek, eşcinsellikle ilgili kararınızı baştan verdiğiniz için, sizden beklenmeyecek yöntem ve mantık hataları yapıyorsunuz. Eşcinsellik tek başına kimseye 'özgürlük' getirmez. Heteroseksüelliğin insanlara zorla dayatıldığı bir ortamda, cinselliğini bile yaşayamayan bir eşcinsel, özgürlükten vazgeçtik, elbette ki bunalımdan kurtulamayacaktır. Nasıl ki işçi sınıfı gün geliyor faşizmin de kitle temeli olabiliyor, gençlik her zaman ilericilik anlamına gelmiyorsa, eşcinsellik de çok kanallı olabilir. Sayın Perinçek, biz kadın ve erkek eşcinseller, eşcinsel olduğumuz için özgürlük istiyoruz; yoksa eşcinsellik, heteroseksüellikten daha iyi, daha özgürlükçü olduğu için eşcinselliğe yönelmiyoruz. Kadınların köleleştirilmeleriyle ortaya çıkan ve insanlık tarihinde farklı toplum ve kültürlerde farklı şekillenen toplumsal cinsiyetin (gender) yani toplumsal kadınlık ve toplumsal erkekliğin sorgulanmadan birebir uyarlanmasıyla yaşanan eşcinsellik, elbette ki oğlancılıktan/sevicilikten öteye gitmeyecektir. Feminizm ve eşcinsel kurtuluş hareketi bu sorunları on yıllardır tartışıyor; bizler ortada iflah olmaz bir dogmatizmden başka yeni bir şey göremiyoruz.

 

ŞU LANETLİ 80'Lİ YILLAR…

80’li yıllarda, Türkiye’nin daha önce hiç duymadığı ya da alışık olmadığı sesler, toplumsal mücadele alanında yükselmeye başladığında çok farklı kesimlerden benzer tepkiler gelmişti. Eşcinseller, feministler, yeşiller... Bunlar da nerden çıkmışlardı? Hatırlanacağı gibi 80’li yıllar hem Türkiye’de hem de Dünya’da özgürlükçü hareketlerin yenilgi dönemi olmuştu. 68’in Dünya’yı kasıp kavuran rüzgarı kesilmişti. Kuzey Amerika’da Reagan, Batı Avrupa’da Demir Leydi ile birlikte yükselen yeni sağ, neo-liberalizm bayrağı altında, kurumsallaşmış aileyi yeniden kutsayarak kadınlardan eşcinsellere pek çok toplumsal kesimin kazanılmış haklarının gaspından yok saymaya kadar her alanda 60’ların özgürlük çığlıklarını tamamen boğmaya kalkıştılar. Aynı yenilgi dönemi Türkiye’de de çok ağır yaşandı. Ama toplumsal yaşam her şeye rağmen durulmuyor ve bileşik kaplar benzeri bir şekilde, dalgalanmasa bile kıpırdamaya çalışıyordu.

İşte böyle bir dönemde ortaya çıkan yeni sesler, bir şekilde 60’lı yılların yeni toplumsal hareketlerine benziyordu. 60’lı yıllar geride kaldığı için ya da Türkiye için daha doğrusu bu yeni seslerin dillendirdikleri gerçekliklerle daha önce yüzleşilmediği için sistem karşıtı güçlerin eleştirileri bile egemen ideolojiden besleniyordu. Eşcinseller bir yana kendi içlerinden çıkan feminist kadınlara bile başlangıçta alışamadılar. Kökünün nerede olduğunu araştırdılar. Oysa kabul edilmese de ortada bir gerçek var. Feministlerin de biz eşcinsellerin de kökleri yaşadığımız bu topraklardadır. Biz eşcinseller uzaydan gelmedik; henüz Avrupa Birliği’ne giremediğimize göre Batı’dan da gelmedik. Hep bu topraklardaydık. 12 Eylül’ün zulmüne travestiler, transeksüeller, kadınsı erkek eşcinseller de uğradılar. Görmezden gelindi; her koyun kendi bacağından asıldı. Biraz ses çıkardığımızda ise sesimiz o bitmez tükenmez hiyerarşiler arasında boğuldu. Şimdi sırası değildi; daha acil görevler dururken! Toplumsal mücadeleler tarihinin o gerçeği biz eşcinseller için de geçerli olduğunu bir kez daha gösterdi. Sorunların gerçek sahipleri kendi sorunlarına kendileri sahip çıkmadıkça bir şey değişmiyor.

 

BİR TOPLUMSAL HAREKET OLARAK EŞCİNSELLİK

Eşcinsellik, erkek veya kadın, bireyin kendi cinsinden insanlara cinsel, erotik ve duygusal yönden yönelimidir. Eşcinselliğin yaşanılışı ve adlandırılışı, toplumdan topluma, farklı zamanlarda farklı şekiller almıştır. Tarihsel belgeler, edebi eserler aracılığıyla aktarılan bilgiler göstermektedir ki eşcinsellik olgusu bütün insan topluluklarında görülmektedir.

Bununla birlikte pek çok toplumda anılmayan ve yok sayılan bu gerçeklik, herşeye rağmen varolagelmiştir. Toplumsal kurumların bu gerçekliği ele alma ve denetleme ihtiyacı, din ve hukuk kurumlarının yanısıra, tıp ve psikiyatrinin de eşcinselliği, kendi yaklaşımları çerçevesinde, bir takım sınıflandırmalar altında ele almalarına yolaçmıştır. Bu kurumlar, kendi alanlarından hareketle, eşcinselliği suç ve psikoseksüel bir bozukluk/sapma olarak değerlendirmelerine karşılık, eşcinsel bireyler, sanayileşme ile ortaya çıkan toplumsal değişmeler sürecinde, büyük şehirlerde birbirlerini bulmaya başlamışlardı. Bunun sonucu olarak, eşcinsel bireylerden toplumsal kuşatmaya karşı ilk kitlesel tepki 27 Haziran 1969’da geldi. New York eyaletinde Stonewall Inn adlı bara bir polis baskını akabinde, eşcinsellerin karşı koyarak üç gün süren bir ayaklanma yaratmaları modern eşcinsel hareketin miladı oldu. Bu kıvılcımın peşisıra gelişen gay ve lezbiyen özgürlük hareketi, daha önce eşcinselliği bağımsız bir varoluş olarak yadsıyan psikiyatriden hukuka, kurumların kuşatmasını kırmaya başladı. Örneğin gay ve lezbiyen hareketi, 1974’de eşcinselliğin Amerikan Psikiyatri Birliği’nin (APA) akıl hastalıkları listesinden silinmesini sağladı. (Türkiye'de de psikoloji ve psikiyatri kurumları DSM olarak bilinen bu listeyi kullanmaktadır. Yalnız askeri psikiyatri ordu kurumu içinde, eşcinselliğin psikoseksüel bir bozukluk olarak görüldüğü önceki liste olan DSM-2'yi kullanmaktadır.) Açıktır ki bu önemli bir gelişmedir. Çünkü bu karar, eşcinselliğin, bireysel ve psikiyatrik bir olaydan öte sosyal bir gerçeklik olarak kabulü anlamına gelmektedir.

Eşcinsel Kurtuluş Hareketinin ortaya çıktığı 60’lı yıllar aynı zamanda başka yeni toplumsal hareketlerin de ortaya çıkıp geliştiği dönemdi. Bu hareketlerin ortaya çıkması, artık geride kalmış olsa da, bir “dünya devrimi” olarak yaşanan “68” sürecinin ürünü olmuştur. Bugün, geçtikleri süreç ve mevcut durumları bir yana, Yeni Toplumsal Hareketler dendiğinde, eşcinsel hareketle birlikte genellikle feminizm, barış hareketi, çevre hareketi, yeşil hareket, anti-nükleer hareket, ırkçılık karşıtı hareket, etnik azınlık hareketi, vb… anılmakta.

Yeni Toplumsal Hareketler kapsamında, sözkonusu hareketler anılmakla birlikte, “yeni toplumsal hareketler” kategorik nitelemesi herkes tarafından kabul görmemekte ve bir terminoloji farkı ortaya çıkmaktadır. XIX. yüzyıla doğru ortaya çıkan örgütlü ve kalıcı sosyal hareketlerden sonra XX. yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkan yeni toplumsal hareketleri anlamaya çalışan çeşitli yaklaşımlar, hareket noktalarının farklılığı doğrultusunda, değişik sonuçlara varıyorlar.

XIX. yüzyılda ortaya çıkmış geleneksel hareketlerden yeni toplumsal hareketlere kadar, son iki yüzyılda pek çok “hareket” ortaya çıkmıştır. Geleneksel hareketler (işçi hareketleri, ulusal kurtuluş hareketleri gibi…) ve yeni toplumsal hareketler birlikte ele alınarak ve bir bütün olarak, sistem-karşıtı hareketler olarak da adlandırılmıştır. Söz konusu hareketlerin temel istemleri daha demokratik, daha eşit bir dünya idealine dönük olmuştur. Bu özlemleri gerçekleştirmek için farklı araçlarla bilinçli bir mücadele yürütülmüştür. Tarihte ve günümüzde pek çok örnek bulunabileceği gibi, söz konusu istemlere karşıt yönde ilerlemiş başka hareketler de olabilmektedir.

Yeni toplumsal hareketler, sisteme karşı muhalefet anlamında, geleneksel sistem-karşıtı hareketlerin devamı olarak görülebilse de, ortaya çıkış ve yaklaşım açısından, geleneksel sistem-karşıtı hareketlerden bir kopuş hali yaratmışlardır. Eski sol sistem-karşıtı hareketlerin reddedilmesi, Batı’da sosyal-demokratlara karşı, Doğu’da komünistlere karşı, Üçüncü Dünya’da ise ulusal kurtuluşçulara karşı gelişen mücadelelerle şekillendi. Yeni toplumsal hareketlerin reddettikleri eski sol sistem-karşıtı hareketler, kendi bölgelerinde, farklı yollarla da olsa iktidara gelmişlerdi. Fethedilmiş iktidar altında ortaya çıkan yeni toplumsal hareketler parti örgütlenmesini ve politik iktidarı ele geçirme perspektifini bilinçli olarak reddettiler. Yeni toplumsal hareketlerin varlığı, fiili olarak, politik politikanın reddi anlamına geliyordu. İktidarı bilinçli olarak reddeden bu hareketler, bir “sosyal hareket” olarak ortaya çıktılar. Yeşil Hareket’in, özellikle Almanya örneğinde olduğu gibi sonra partileşip, seçimle parlamentoya girmesi, bu hareketi yalnız politik olarak değil, aynı zamanda fiili olarak da bir “sosyal hareket” olmaktan uzaklaştırdı. XIX. yüzyılda ortaya çıkmış olan hareketler, devlet iktidarının fethini, ilk hedef olarak önlerine koyarlarken, yeni toplumsal hareketler, toplumsal iktidarı ve özerkliği ilk hedef olarak benimsiyorlar. Yeni toplumsal hareketler, işçi hareketlerini ve sosyal-demokrat hareketleri, artık yeterince sistem-karşıtı olmamakla suçluyorlardı.

XIX. yüzyılın toplumsal hareketleri, emek-sermaye çelişkisinden hareket ederlerken, yeni toplumsal hareketler, geleneksel toplumsal hareketlerin önemsemedikleri ya da yok saydıkları, doğrudan doğruya emek-sermaye çelişkisinden kaynaklanmayan çelişkilerden hareket ettiler. Söz konusu çelişkiler, yeni toplumsal hareketlerin açısından gerçek çelişkilerdi ve şiddeti açısından emek-sermaye çelişkisinden geri kalmazlardı. Bu çelişkiler, toplumsal cinsiyet,kuşak, etnik kimlik, ırk, cinsellik talepleriyle içeriklendirilmiş statü gruplarını doğurdu ve hakim statü gruplarına karşı, sınıfsal kimlikleri geri planda bırakarak, sözkonusu taleplerin şekillendirdiği özgül kimlikleri öne çıkardı. Eski toplumsal hareketler, iktidarı almış oldukları halde, eski sistemden kopuş anlamında, bu taleplere cevap verememişlerdi. 68’li yıllarda gençlerin, kadınların ve eşcinsellerin başkaldırısının, hakim statü gruplarını (erkekler, daha yaşlı kuşaklar, çoğunluk…) tam bir yenilgiye uğratamasa da gerilemeye yol açtığı aşikardır.

Yeni toplumsal hareketler politika yapma anlamında da eski toplumsal hareketlerin pratiklerinden farklı kanallar yarattılar. Bu, aynı zamanda, parti örgütlenmesine, bürokrasiye ve hiyerarşiye bir başkaldırı olarak gelişti. Bu başkaldırı, yalnızca, bilinen doğu ülkelerindeki bürokratik yapıya karşı olmayıp aynı zamanda sosyal-demokrat hareketlerin bürokratik ve hiyerarşik örgütlenmelerine de karşıydı. Yeni toplumsal hareketler, bu sürede özerk, katılımcı ve doğrudan eyleme dayalı yapılanmalar olarak kendilerini ortaya koydular.

60’lı yıllarda, başta Kuzey Amerika ve Batı Avrupa’da ortaya çıkan bu, yeni toplumsal hareketler -doğal olarak Eşcinsel Kurtuluş Hareketi de- zamanla diğer kıta ve ülkelere de yayıldılar. 68’in ürünü olarak bilinen ve “yeni” olarak adlandırılan toplumsal hareketler, hiç de yeni sayılmazlar. Gerçekte “yeni” olan, sözkonusu toplumsal hareketlerin, 1960’lı yıllarda bir dalga olarak yeniden yükselmeleridir. 60’lı yıllara kadar hakim olan geleneksel hareketlerin ilk ortaya çıktıkları dönemde, yeni toplumsal hareketlerden pek çoğu mücadele halindeydi. Feminist, barışçı toplumsal hareketler gibi… Yine aynı dönemde anarşistler, cinsel özgürlük çerçevesinde eşcinselleri savunmuşlardır. Geleneksel hareketlerin hegemonyasıyla birlikte, bugün yeni toplumsal hareketler olarak adlandırdığımız hareketler, ya tamamen küçülmüşler ya da gölgede bırakılmışlardır. Ta ki, 68 kalkışmasına kadar…

68 kalkışması ve onun ürünü olan Yeni Toplumsal Hareketler, Türkiye’de asıl yansımasını 80’lı yıllarda bularak ortaya çıkmaya başlamışlardır. Özellikle feminizm başta olmak üzere yeşil hareket ve eşcinsel hareket, ’80 darbesiyle birlikte bütün toplumsal hareketlerin bastırıldığı bir dönemde, hem hayatın içinde hem de akademik ve düşünsel alanda büyük tartışmaları beraberinde getirmiştir. 12 Eylül askeri rejimi, travesti ve transeksüellerle birlikte efemine erkek eşcinsellere yönelik yoğun ve şiddetli baskılar uygulamış ve heteroseksüel olmayanları zorla metropol dışına sürmüştür. Aynı dönemde geleneksel toplumsal hareketlerin yaşadığı yenilgi de daha önceleri bu hareketlerin gölgesinde ya da denetiminde kalmış diğer toplumsal hareketlerin paradoksal bir şekilde önünün açılmasını sağlamıştır. Kadınlar, bağımsız olarak kendilerini ifade etmeye başlamışlardır. Eşcinseller, sırf eşcinsel oldukları için baskı ve dışlanmaya maruz kaldıklarını görmüşlerdir. Özellikle ‘80 öncesinden gelen, gençlerin başkaldırısı, bu dönemde yenilmiş de olsa, tabi grupların başkaldırısının mümkün olduğunu göstermiştir.

‘80’li yıllar, yalnızca Türkiye’de değil, bütün Dünyada mevcut dengelerin ve egemen düşüncelerin sarsılmasına yol açmıştır. ‘80’li yıllar, Batı’da yeni toplumsal hareketler açısından genel olarak bir yenilgi ve “sosyal hareket” olarak bir küçülme görülmüştür. Türkiye’de ise aynı dönem geleneksel hareketlerin bastırılmasının bir sonucu olarak hakim statüleri sarsıntıya uğratmış ve tabi statülerin kendilerini bağımsız olarak ifade etme olanakları yakalamalarına yol açmıştır. Fakat 68’le birlikte diğer bölgelerde ortaya çıkan yeni toplumsal hareketlerin küçülmesi ya da kurumsallaşmasının bir sonucu olarak, Türkiye’de ortaya çıkan benzeri yeni toplumsal hareketler bir talihsizlik yaşamaktalar. Batı’da ortaya çıkan yeni toplumsal hareketler, özerkliğe, katılıma ve doğrudan eyleme dayalı olarak gelişmişti. Bu hareketlerden bazılarının-yeşil hareket-partileşmesi, bir sosyal hareket olarak sonları olmuşken, Türkiye’de bu son, ortaya çıkmaya başlayan yeni toplumsal hareketlerin bazılarının ilk adımı oldu. Yeşil hareketin olmadığı bir ortamda “Yeşil Parti” kuruldu! Buna rağmen, tam da yeni toplumsal hareketin tipik özellikleri olarak, yeşil hareketin, “çevre” hareketinden "ekoloji” hareketine kadar tam da sorunu yaşayanlar tarafından, köylerde ve metropollerde ortaya çıktığı görüldü.

Türkiye’de eşcinsel hareket tartışmaları, 80’lerin ikinci yarısında başlamakla beraber bir hareket olarak, 90’larla ortaya çıktığını söylemek yanlış olmayacaktır. Başta İstanbul ve Ankara metropollerinde eşcinseller, kendiliğinden biraraya gelerek, gruplar oluşturmuşlardır. Bu gruplar, kadın hareketinde de görülmüş olduğu gibi, birincil grup ile bir sosyal hareketin ilk nüveleri olarak ortaya çıkmışlardır. Yeni toplumsal hareketlerin tipik özelliği olan doğrudan katılım ve doğrudan etkinliğin bu grupların da özellikleri olduğu görülmüştür.

Yeni toplumsal hareketlerin, dünyanın diğer bölgelerindeki mevcut durumu her ne olursa olsun, Türkiye’ye yansımaları farklı olmaktadır. Bu durum eşcinsel hareketi için de geçerli görülmektedir. İçinde yaşadığımız toplumda, barışçı, vicdani reformcu, feminist ve heteroseksüel olmayan yaklaşımlar doğrudan ve açıkça, iktidarın yumruğunu karşılarında bulmaktadır. Açıktır ki, az gelişmiş ülkelerde ortaya çıkan yeni toplumsal hareketlerin işi hiç de kolay olmamaktadır.

 

EŞCİNSELLİĞİN BİR BURJUVA SAPKINLIĞI OLDUĞU HİPOTEZİ NEREDEN GELİYOR?

Türkiyeli solcular, kendi aralarında eşcinsellerin kendi kimlikleriyle ortaya çıkmalarına olanak tanımadıklarından, eşcinselliğe ve eşcinsellere hep sorunlu yaklaşıyorlar. Türkiyeli solcular kendi aralarında kırk parçaya bölünseler de eşcinsellik konusunda aynı kaynaktan beslenirler. Son yıllardaki gelişmeleri şimdilik paranteze alırsak, daha düne kadar neredeyse hepsi, eşcinsellerin "sömüren sınıfın artıkları" olduğu konusunda hemfikirdiler. Bu yaklaşım Sovyetler Birliği'nde ortaya atıldı, oradan Mao'nun Çin'ine geçti. Şimdi, İşçi Partisi lideri Doğu Perinçek'in "orijinal" tezleri olarak karşımıza çıkıyor!

1920'lerdeki Sovyet Rejimi, 19. yüzyıl kanunlarının tersine, eşcinselliği tedavi edilecek bir hastalık olarak gördü. Sovyet hükümeti, 17 Aralık 1933'te ilan edilen ve 7 Mart 1934'te bütün SSCB'de zorunlu hale getirilen bir kanun (Sovyet Ceza Kanunu'nun yeni yasası Madde 154/a-sonradan 121'e çevrildi) ile erkekler arasındaki cinsel ilişkileri yasakladı ve gönül rızasıyla yapılan davranışlar için 5 yıllık ağır çalışma cezası getirdi. Madde 121, eşcinselliği yalnızca halk ahlâkına karşı bir suç olarak görmekle kalmıyor, eşcinselliği artık devlete karşı işlenen bir suç olarak da görüyordu.

1930'lardan sonra eşcinselliğin Sovyet sistemine karşı olmak anlamına geldiğine dair düşünce, Sovyet bürokratlarının zihninde iyice sarsılmaz bir hale geldi. 1936'da Adalet Komiseri Nikolai Krylenko, 20 yıllık sosyalizmin ardından hiçbir insanın eşcinsel olması için bir sebep kalmadığını ve eşcinsel olmakta ısrar edenlerin 'sömüren sınıfların kalıntıları' olduğunu ve böylece 5 yıllık ağır çalışma cezasını hakettiklerini söylemişti.

Ancak Stalinist dönem boyunca eşcinsel erkeklerin Sovyetler tarafından cezalandırılması süreklilik göstermediği gibi bütünlükçü de değildi. Eisenstein, popüler tenor Sergei Lemeshew, piyanist Sviatoslav Richter ve birçok erkek balerin gibi ünlü kişiler sözkonusu olunca otoriteler, erkek evli oldukça ve eşcinselliğini halkın gözünden uzak tuttukça başlarını çeviriyordu.

1993'te, Rusya'da 121. Maddenin 1. Bölümü yürürlülükten kaldırıldı. (Bkz. Ek). Bugün Rusya'da cinsel ilişki için izin verilen alt sınır yaşı eşcinseller ve heteroseksüeller için 16'da eşitlenmiş durumda. Eski Sovyet Cumhuriyetlerinden örneğin, Beyaz Rusya eşcinselliği yasallaştırırken, Çeçenistan barışın faturasını eşcinsellere ödetiyor.

Çin'e gelince… Komünistlerin 1949'da iktidara gelmeleriyle eşcinsellik, Batı kaynaklı bir bela olarak tanımlandı. 1990'lardan önce hükümet, resmi olarak Çin'de eşcinsel olduğunu kabul etmiyordu. Eşcinselliğin yozlaşmış ve dejenere Batı toplumsal olgularından biri olduğunu söylüyordu. (Murat Belge'nin aktardığına göre Çinli yetkililer, "Devrimden bu yana bizde böyle bir şey kalmadı" diyorlarmış, zamanında.).

Çin'de eşcinsel olmak hâlâ beraberinde zorluk ve acı getirse de artık hükümet Çin'de eşcinsellerin varlığını kabul ediyor. Antik Çin'den modern Çin'e eşcinselliğe yaklaşım gelgitlerle doludur. Antik Çin'de eşcinsellik çok yaygındı ve eşcinsellere baskı yapılmıyordu; ancak Batı kültürünün 19. yüzyılla birlikte Çin toplumuna sızmasıyla, eşcinsellik modern Çin'de hor görülmeye başlandı. Aynı Çin 1980'lerle birlikte dünyaya açılma siyasetini benimsemesiyle eşcinselliğe yönelik tutumlar da değişmeye, daha hoşgörülü olmaya başladı. Yüksek Halk Mahkemesi yetişkin erkekler arasındaki eski anal seks yasağını kaldırdığı için Çin'de eşcinsel karşıtı yasalar bulunmuyor. Kamu Güvenliği Bakanlığı aynı cinsten çiftlerin yaşama haklarını kamuoyu önünde tanısa da ailelerden ve polisten gelen baskılar doğal olarak görülebiliyor. Bu arada Çin Toplumsal Bilimler Akademisinin önde gelen filozoflarından Qiu Renzong, tek çocuk siyasetiyle, bir ailenin erkek varislerini temin etmek için olabildiğince çok erkek çocuk edinme şeklindeki Konfüçyus idealinin kaybolmasından beri seksin üremeye dayandırılmasının bir anlamının kalmadığını belirtiyor.

Eşcinsel kadın ve erkeklerin, toplam nüfusun yüzde 1 ile 5 arasında bir bölümünü oluşturduğu hesabından hareketle, Çin'de, Türkiye nüfusu kadar eşcinselin olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.

 

121. MADDENİN KABULÜNÜN TARİHÇESİ

1993’de, Başkan Yeltsin’in 121. Maddenin 1. Bölümünün (yetişkin iki erkek arasındaki cinsel birlikteliğin illegal olduğunu söyleyen yasa) yürürlülükten kaldırılması hakkındaki kararnameyi imzalamasından hemen sonra, Başkanlık Arşiv Bülteni Istochnik, eşcinsellik karşıtı kanun maddesinin Rus ceza yasasına nasıl ve neden girdiğine dair dökümanlar yayınlandı.

Stalin’e yazılmış bir mektup hariç, Istochnik’deki bütün dökümanları Rus eşcinsel kardeşlerimiz yeniden yayınladı. Lidere, Sovyetler Birliği’nde eşcinselliğin yasak olmasının nedenlerini soran bu mektup 27 yaşında, Garry White adında komünist bir İngiliz tarafından yazılmış. Genç gazeteci, eşcinseller ve baskı altındaki diğer azınlıkların sosyal durumları arasındaki benzerliklere değinmiş; bilimin eşcinselliğin varlığını ispatladığını, ama bilimadamlarının onların cinsel doğalarını nasıl değiştireceklerini bilmediklerini eklemiş. Yoldaş Stalin, bu mektubu yanıtlamamış ama “bir budala ve dejenere” diye not düşüp arşive yollamış.

15 Eylül 1933’de, OGPU’nun (Birleşmiş Politik Kurul) Kurul Başkanı G. Yagoda (KGB’nin önde gelen isimlerinden biri), Stalin’e OGPU’nun Moskova ve Leningrad’da “sodomite¹”  bir oluşumu ortaya çıkardığını ve bu oluşumun 130 katılımcısının tutuklandığını söyledi. Bu tutuklular, “sonrasında casusluk hücrelerine dönüştürmek üzere, sodomy’ler için salon, batakhane, merkez ve benzeri organizasyonlar açmakla” suçlandılar. Yagoda, “Bu sodomite eylemciler, doğrudan karşı devrimci amaçlar için, toplumdan kopuk, münzevi hayatı süren sodomite kastını, politik olarak çökmüş çeşitli sosyal sınıflardan gençleri, özellikle genç işçileri kullandılar, ordu ve donanmaya girmeye çalıştılar.” diye yazdı.

Stalin’in çözüm önerisi ise şöyleydi: “Yoldaş Kaganovich’e. Bu alçakları, ibret olsun diye cezalandırmalı ve konuya ilişkin yönergeleri yasamaya eklemeliyiz. J. St.”

Ardından, diğerlerinin onayı geldi: “Elbette, kesinlikle gerekli. Molotov” ve “Çok doğru! L. Kaganovich”.

Liderlerin emirlerini alan OGPU, sosyalist anavatanı korumak için gerekli çalışmaları yapmaya başladı. 7 Mart 1934’de yasanın kabulüyle sonuçlanan dökümanlar şöyle:

G. Yagoda’dan J.Stalin’e Memorandum

No. 50911

3 Aralık 1933

VKP(b)’nin² Merkez Komite Sekreteri J. Stalin’e

Moskova ve Leningrad’daki bir sodomy birliğinin geçenlerdeki tasfiyesine dair OGPU’nun bulguları:

1. Orgie’lerin gerçekleştirildiği salonlar ve batakhaneler.

2. Sodomy’ler, sağlıklı bir gençliğin, Kızıl Ordu ve donanma erlerinin ve bazı öğrencilerin ahlâklarını bozmuşlardır. Bu insanlara ceza verebileceğimiz herhangi bir yasa yok. Sodomy’nin cezalandırılmasına ilişkin bir yasanın kabulünü gerekli görmekteyim.

Yasa tasarısı ilişiktedir.

OGPU Kurul Başkanı G. Yagoda

¹ İngilizce metinde ‘eşcinsellik’ deyimi yerine sodomy, ‘eşcinsel kişi’ deyimi yerine de sodomite kullanılmış. Metinde ‘homosexuality’ ve ‘homosexual’ kelimeleri yerine, bunlar tercih edildiği için çeviri boyunca ‘sodomy’ ve ‘sodomite’ kullanılmıştır. (Ç.N.)
² Bolşeviklerin komünist partisi

 

Yasa Tasarısı

1.Sodomy’nin, yâni iki erkek arasındaki cinsel birleşmenin karşılıklı rıza ile olduğu durumlarda ceza uygulamak.

2.Sodomy, 5 yıla varan hapis cezası gerektirmektedir. Aynı fiil, karşılıklı rıza olmadan, kurbanın yardıma muhtaç konumunun kullanımıyla gerçekleşmişse, hapis cezası 8 yıla kadar çıkarılır.

3. Bu kararname, Sovyetler Birliği’nin ceza yasasına eklenmesi için sunulmuştur.

VKP(b) Merkez Komitesi Politik Bürosu’nun Kararnamesi

Sodomy’nin cezalandırılmasına ilişkin

p 15/55

16 Aralık 1933

Çok Gizli

Sodomy’nin cezasına ilişkin yasanın kabulü

VKP(b) Merkez Komitesi Sekreteri

 

ŞU NAZİK KONU: ÇOCUK MESELESİ…

Eşcinsellik sözkonusu olur da çocuklara dikkat çekilmeden konu kapanır mı hiç! Doğu Perinçek de aynını yapıyor. Sokak çocuklarının yaşadığı tecavüz ve cinsel istismarı "cinsel tercih özgürlüğü" olarak gören alçakların olduğunu bilmiyorduk. Sayın Perinçek sayesinde öğrenmiş olduk.

Heteroseksüel toplumun popüler önyargılarından biridir: Özellikle erkek eşcinseller, çocukları ayartırlar ve cinsel istismarda bulunurlar!!!

Başta aile, okul ve medya olmak üzere bir bütün olarak heteroseksüel toplumun kurumlarınca kuşatma altında tutulan çocuk, gerçekten de cinsel istismara ve sömürüye maruz kalmaktadır. Ama ister kabul edilsin, ister edilmesin bu istismar ve sömürü eşcinsellerin işi değildir. Önyargılardan ve ideolojik gölgelemelerden kendimizi kurtarabilirsek şayet gerçeklere gözümüzü açtığımızda tam tersini göreceğiz.

“Önce çocuklar ve kadınlar” kapitalizmin en büyük yalanı olarak günümüze kadar gelmiştir. İnsanın hayatını bölen, parçalayan Kapitalist toplum (modern toplum), “bütün çocuklar” genel yalanıyla, çocukların parçalanmışlığını da gölgeler. Toplumdan yalıtılmış burjuva çocuklarının dışında kalan çoğunluğun üzerine, “önce çocuklar” yalan perdesinin gölgesi bile vurmaz. En geri kalmışından en gelişmişine kadar kapitalist toplumlarda çocuklar alınır satılırlar, hastalıkta ve savaşta önce onlar ölür, çalışmak ve fuhuş yapmak zorunda bırakılırlar. Çocuklara karşı fiili bir savaş olduğunu söylemek aslında hiç de abartı sayılmaz. Heteroseksüel ve otoriter kurumsallaşma, çocuğa, bedensel ve ruhsal yöneliminde asla seçim hakkı tanımadığı gibi bütün bunlardan vazgeçtik kapitalist toplumda çocuk, bir canlı olarak ölüm kalım sorunuyla karşı karşıyadır. Böyle bir cehennemde sıranın eşcinsellere gelebilmesi için ya katıksız bir eşcinsel düşmanı olmak lazım ya da eşcinseller hakkında hiçbir şey bilmeyen kör bir cahil olmak lazım. (Bu arada kültürel ikiyüzlülüklere girmeyelim. 12-14 yaşlarındaki çocukları evlendirebilen bir kültür aynı yaştaki bir çocuğun kendi cinsinden biriyle bir ilişki geliştirmesini ise sapıklık olarak görebiliyor. Ya da İngiltere’deki yaş mücadelesini hatırlayın. Heteroseksüeller için 16 yaş cinsel paylaşım için yasalken, heteroseksist egemenler, eşcinseller için ancak 18’e kadar izin veriyor. Biz bu ikiyüzlülüğü ve çifte standartı lanetliyoruz ve yaşının ne olduğuna bakılmaksızın, kendi cinselliğini araştırmak ve geliştirmek her bireyin hakkıdır diye düşünüyoruz.)

Bütün dünyaya egemen olan kapitalizm ve yükselen yeni liberal dalga, büyüklerin bile haklarını elinden alırken, çocukları kim düşünür? Çocuklar için dökülen timsah gözyaşları ve koparılan şaşaalı gürültünün gerisinde yatan tam bir ikiyüzlülük ve alçaklıktır.

Dünyanın bütün eşcinselleri bir araya gelseler bile, kapitalizm kadar ve devletler kadar “sapık” olamazlar. Çocukları istismar eden ve onların gelişmesini engelleyerek kötü örnek olan kapitalist dünya düzenidir. Çocukları istismar eden ve onların biyolojik cinsiyetlerinin üstüne, toplumsal cinsiyet denilen laneti yükleyen ve kuşatan toplumdur.

KAOS EŞCİNSEL GRUBU

LAMBDA-İSTANBUL

SAPPHO'NUN KIZLARI

KAYNAKÇA:

Ademin Cinselliğinde Mahrem Alan, KAOS GL, Ekim 1994, Sayı:2
Eşcinselliğin Tarihine Özgürlükçü Yaklaşım, KAOS GL, Ekim 1994, Sayı:2
Eşcinsellik mi? Erkeksi/Kadınsı Protesto mu?, KAOS GL, Aralık 1994, Sayı:4
Haz, Yaratıcılık ve Politika, KAOS GL, Ocak 1995, Sayı:5
Lezbiyen Varoluşun Başkaldırısı, KAOS GL, Şubat 1995, Sayı:6
Psikoloji mi, Biyoloji mi… Birinden Birini Seçmek Zorunda mıyız?, KAOS GL, Şubat 1995, Sayı:6
Eşcinsel ve İşçi Olmak…, KAOS GL, Mayıs 1995, Sayı:9
Türkiye'de Eşcinselliğe Psikiyatristlerin Bakışı Nasıl?… KAOS GL, Haziran 1995, Sayı:10
Avustralya, KAOS GL, Temmuz 1995, Sayı:11
Homofobik Önyargı, Eşcinsel Bireyler ve Terapistleri, KAOS GL, Ekim 1995, Sayı:14
Kapitalizm ve Gay Kimliği, KAOS GL, Kasım 1995, Sayı:15
Kapitalizmin Çarkı Dönüyor, KAOS GL, Aralık 1995, Sayı:16
Rusya'da Gay Kültürü ve Edebiyatı, KAOS GL, Aralık 1995, Sayı:16
Bilim Masum Değildir, KAOS GL, Ocak 1996, Sayı:17
Bir Baskı Aracı Olan Psikiyatri, KAOS GL, Ocak 1996, Sayı:17
Erkekler ve Estetik, KAOS GL, Şubat 1996, Sayı:18
Cinsel Kimlik Üzerine Birkaç Düşünce, KAOS GL, Nisan 1996, Sayı:20
Homofobi, KAOS GL, Mayıs 1996, Sayı:21
Gay ve Lezbiyen Özgürlük Hareketi, KAOS GL, Temmuz 1996, Sayı:23
Erkeklik ve Eşcinsellik, KAOS GL, Ekim 1996, Sayı:26
Küba-Homoseksüellik, Homofobi ve Devrim, KAOS GL, Aralık 1996, Sayı:28
Nazizm ve Eşcinsellik, KAOS GL, Aralık 1996, Sayı:28
Çin Deyince, KAOS GL, Ocak 1997, Sayı:29
Gay Seks, KAOS GL, Nisan 1997, Sayı:32
Sosyalizm, Stereotip ve Eşcinsellik, KAOS GL, Mayıs 1997, Sayı:33
Gay ve Lezbiyen Özgürlük Hareketinin Tarihi, KAOS GL, Temmuz 1997, Sayı:35
Eski Yunan'da Törensel Eşcinsellik, KAOS GL, Ağustos 1997, Sayı:36
Politik Olarak Gay ve Lezbiyen Kimliği, KAOS GL, Ekim 1997, Sayı:38
Eski Arap Toplumunda Eşcinsellik ve İslam, KAOS GL, Temmuz-Ağustos 1998, Sayı:47-48
Reform, Özgürlük ve Eşitsizlik, KAOS GL, Eylül 1998, Sayı:49
Şark-İslam Klasiklerinde Eşcinsel Öyküler ve Eşcinsel Kültür, KAOS GL, Aralık 1998, Sayı:52



Tıklayın: önceki sayfa

www.cumhuriyet.com