anasayfa < Transseksuel ve Travesti
Önceki sayfa
Konu ile ilgili öbür yazılar

Transseksüellik bahsi üzerine 1

SANEM AKAY / İZMİR

Dünya dediğimiz şu yaşamlar yumağında her canlının yavrusu ne meşakkatle doğar, büyür ve ölür. Hele bu, bir insan yavrusu ve bir transseksüel (ts.) ise. Ts. sözcüğünü nedense çok zarif ve parlak bulurum. Türkçe karşılığını da çok sade ve natürel: Dönme. Hatta buna yakın bir kadın isminin oluşu ne hoştur: Döndü. Kadın ismini verişimden ötürü, bu dönüşümün yalnızca erkekten kadına olduğunu söylediğimi sanmayın. Kadından erkeğe olanı da var elbette. Belki, daha doğru deyişle, er'den dişi'ye dişi'den er'edir. Burada er ve dişiden kastedilen, biyolojik cinsiyet olsa gerek. Zaten bir ts. vakasında ilk batvuru yeri psikiyatri olsa da, psikiyatrinin de psikolojik testlerle birlikte gereksinim duyduğu ilk incelemeler, ts kişinin genetik, gonodel, hormonel ve fenotipik özellikleri üzerinde gerçekleşiyor. Diyelim ki tıp biliminin böyle bir serviste aldığı başlangıç noktası budur ve bunda bir yanlışlık yoktur ama, insan denen varlığın düşünsel ve duygusal, yani psikolojik-ruhsal yanını hiçe sayarak ya da ikinci, üçüncü önem sırasında değerlendirerek ele alındığı durumlarda, biraz dikkatli olmak gerektiğini düşünüyorum. Her türlü sanat, bilim ve teknolojinin ve onların kurum ve otoritelerinin, insanın düşünsel ve tinsel ürünleri olduğunu düşünürsek, bu kurumların işlerine gelmeyen noktaları, salt tensel açıdan açıklama ve yargılama yolunu çizmelerine ne demeli? Bu görüşlerden birkaç örnek verilecek olursa: "Tanrı insanı kadın ve erkek olarak yarattı, birinden diğerine geçiş gerçek anlamda olmaz; olsa da görünüşte çirkin, eksik ve sağlıksız, özelde ise günah dolu bir eylemin sonucunda değişmezlik vardır", "Kadın ve erkek bir elmanın iki yarısı gibidir. Birleşmenin ürünü, üçüncü bir insandır. Doğada herşey eksi ve artı olarak var olur." Biraz daha yumuşak haliyle "İnsan tanrının ve doğanın yarattığı cinsiyette kalmalıdır; buna edilen müdahale günahı ve dejenerasyonu beraberinde getirir." "Eşcinsellik doğada vardır, ya transseksüellik? Asla!" Buna benzer görüşler kademe kademe, yeri ve zamanına göre türlü sertlikte memnuniyetsizlik, korku, nefret içeren itirazlara, yargılara ve cezalara dönüşürler ve toplumun her kesiminde, yaşamın her yerinde, insanın beynine her yönden hücum eder dururlar. Hani nerede kaldı her şeyin doku, kan ve hormonla açıklanması! Her şey tamamen beyinde düşüncede başlayıp bitmese de, bu dünyada yaşamın merkezinde beyin- düşünce - bilinç yer alıyor değil mi? Buna rağmen korkarım seksist- erkek egemen zihniyet, eline geçirdiği her fırsatta bireylerin yaşantı ve kişiliklerinin yanı sıra etine , kemiğine, genine de saldırmaktan geri durmayacaktır. Müdahale öyle olmaz böyle olur dercesine.

İçinde bulunduğumuz zamanın dünyasında ve ülkesinde, her ne kadar en eski gerçekler geçerliliğine kavuşturulmakta ise de, en ilkel yalanlar yanlışlar da ısrarla varlığını sürdürmekte. İşin gerçeği bu hep böyleydi ve böylece sürmeye de devam edecek sanırım. İsteyen istediği tarafta yer alarak bilincini sergileyerek, insanlık ya da kişisel tarihine damgasını vuracaktır. Kısacası ilim ve fen her ne kadar ilerleyip durmakta ise de(!) birileri var olagelen bilgileri ve gerçekleri bireylerden saklamakta; bunları edinebilenlere de, edindiklerini burnundan getirmeye çalışmakta… Nasıl mı? Biraz düşününce bulunacağını umarak konuyu genişletmek istemiyorum. Ama yine de desenformasyon ve kavram karmaşasını bir iki örnek olarak verebilirim. Bu elbette ki her insan yavrusunun içine doğduğu ve ömür boyu mücadele ettiği/edemediği bir durum. Bu durumun salt eşcinsellerin değil, ama her insanın cinsel özgürleşme sorunu olduğunu vurgulayan bir sözü, derginin (Kaos GL'nin) her kapağında, dergi adının altında görüyoruz. Özgürleşmek gibi çok derin bir emelin gerçekleşmesi, eşcinsellerin yanı sıra, öyle olmayanların da bilincini gerektirdiği için, duruma bu denli geniş yaklaşan bu sözü, bir eşcinsel dergisinin kapağında görmek, okuyanları geniş bir bilinç,

kültür ve dayanışma ufkuna davet eder gibi geliyor bana. Atamızın "Sanatsız kalan bir milletin, hayat damarlarından biri kopmuş demektir" dediği gibi, cinsel özgürlüğü ve kültürü olmayan bireylerden oluşan bir toplumun, hayat damarlarından bir diğeri daha kopmuştur demek abartı mı olur acaba?

Ben burada, cinsel kimliği ts.lik olan ve bu kimlikle maddi ve manevi, bedensel ve ruhsal yaşantısını şekillendiren ve diğer hayati tecrübelerin, uğraşıların ve verilerin yanında, cinselliğiyle de özünü gerçekleştiren insan yavrusundan, onun hayatının olası evrelerinden kabaca da olsa bahsetmek istiyorum. Sık sık insan yavrusu deyip duruyorum. Yavruyu, ana-babanın omuzları üzerinde, tüm yaşanmışlıkların arkasında ve tüm yaşanacakların önünde, en taze bir beden-bilinç olarak, asla küçük ve aciz değil bilâkis herşeyin üzerinde dinamik, temiz ve taze gördüğümden olsa gerek. Değil mi ki her yorulup, yıkılıp, kirlenip, üzüldüğümüzde içimizdeki çocuğun en derinliğini arayıp, oraya sığınıyoruz.

Pekiyi Türkiye'de ts. olmak nasıl bir şeydir? Bedensel ve ruhsal sağlığını muhafaza, iç huzurunu tedarik ve daim ederek yaşam boyunca tatmin ve kazanç sağlayarak yaşayabilmek için, ts.lik yolunu seçmiş bir bilincin, ödediği bedel nedir acaba? Böylesine bir varoluş yolu ne gibi güller ve dikenlerle doludur dersiniz? Şimdi kafanızdaki ts. imajına bir göz atınız ve hiç ts. bir arkadaşınız olup olmadığını, olduysa onu/onları ne kadar yakından tanıma fırsatınız olduğunu düşününüz. Bu düşünme sırasında, karşılıklı sohbet imkanınız olsaydı, kimbilir söz kaç çeşit konuya değinir, söyleşimiz ne kadar zaman tutardı? Öyle ya, hepimizin en temel ve acil ihtiyaçlarından biri de sohbet değil mi? İletişim, tanışıklık? Ne sıcak sözcükler. Muhabbet dolu sohbet en güzel ibadettir demiş Mevlana'mız. Ancak bununla beraber, insanın kendi kendisiyle ettiği sohbet, kendini tanıyışı tanımlayışı, kendini sevişi de, yaşamın başından sonuna gerekli ve şarttır diye de düşünüyorum. Bu, kimi zaman hapsolduğumuz bir yalnızlık, kimi zaman da koşup sığındığımız bir tek başınalık olarak çıkar karşımıza. Oysa nasıl da bir çırpıda ezberlemişçesine tek doğulur, tek ölünür deyiveririz değil mi? Belki uzun zamandır tek kaldığımdandır, söylenecek onca sözü özetlemede, örneklemede zorluk çekiyorum. Belki de tanışmak zordur, sevişmek gibi. Ama becerilebilen kısmı bile çok tatlı, biliyorum. Farklı bilinçlere teker teker dokunabilmek istediğimden midir, hem de dert yanarcasına kaleme aldığımdan mıdır nedir, tek yazıda sözleri dizmek pek kolay olmuyor. Amacım sadece doğru ifade yollarını tek sözde açabilmek. Biraz da, işin teknik, kolay görülür yanlarıyla birlikte, gönüle, hisse dair yanları da aktarabilmek. Düşünsenize bir: dünyada yaşananların kaçta kaçını yaşayabiliyoruz; yaşadıklarımızdan kaçta kaçını tecrübe edip kendimize mal edebiliyoruz, edindiklerimizi ikinci bir şahsa ne ölçüde aktarıp anlatabilme imkan ve yeteneğine sahibiz, anlatılanların anlaşılabilmesi karşımızdaki kişinin anlama yetisiyle ilgiliyken… Üstelik bizim anlattıklarımız, diğer kişilere aktarılan salt hikayeler olmayıp, bu bilgi, olay ve saireler onların yaşadıkları olma yolundayken… Eee, mi diyorsunuz? Sadece, benim için önemi olan bir noktayı artı parantez paylaşmak istedim. Benim yaratım olmayan hiç bir şey, durum, bilgi ya da olay bana orijinal değildir. Tabii ki yaratanın ve yaşatanların sayesinde kendi orijinal değerlerimi bulmaktayım. İnsanın, sanırım, hayatta vaz geçemeyeceği tek şey bunlardır; insan, kendini kendi yapan bu orijinalleriyle var olur ve bunlar asla yok edilemez, çalınamaz, baskılanamaz. İşte ben de transseksüellik konusunda orijinalliği kısmen bana ait, kısmen dışardan aldığım bilgi, olgu, duygu ve gerçekleri paylaşmak istedim. Umarım yaratılarınızda malzeme görevi görebilirler.

Kaos GL 47/48 1998

Devamı


Devamı: Transseksüellik bahsi üzerine 2 Transseksüellik bahsi üzerine 3 Transseksüellik bahsi üzerine 4 Transseksüellik bahsi üzerine 5

Tanıklık:
"...E-5'in gediklisi bir seks işçisiyim. Ve iflah olmaz bir travestiyim. En büyük devrimcilerin bile yapmaya cesaret edemeyeceği..."
"...Cezaevindeki hücre benzeri odama geçene kadar 3 kapıdan geçirildim. ..."

Yazın 2000'de, henüz Lambda İstanbul'dayken bu konuda daha kapsamlı bir bölümü hazırlamıştım:Tıklayın!