anasayfa
< üstkonu < burası
önceki sayfa

TANIKLIK: "seks işçisiyim. Ve iflah olmaz bir travestiyim"

KABIZLAŞMIŞ RUHLAR DİYARINDA BİR GEZİNTİ

Adaletin temsilcileri, çok değerli zamanlarını eşcinsellerin cezaevlerinde konumlarına çözüm bulmak için harcamışlar. Erkek ya da kadın mahkumların arasına konulmamızda yaşanan zorluklardan ötürü de, adına "tek tek" denilen 2 kişilik hücre benzeri odalara konulmamıza karar vermişler.

Benim sinirlerimin dalgalandığı nokta, bunun yeni ve en iyi çözümmüş gibi halka duyurulmasıydı. Bizler, yıllardır ırz düşmanı sapıklar ve eroinmanların kaldığı hücrelerde kalıyorduk zaten. Durup dururken, halka böyle bir demeç vermelerine ne sebep oldu? Bunu bir türlü anlayamıyorum. Bu yoksa, AB'ye girme sürecinde gerçekleşen bir göz boyamadan mı ibaret sadece?...

Sesiz çığlıklar atıp, düzene boyun eğmek zorunda kaldığım günlerime yanıyorum artık. Bunları telafi etmek için "benim de konuşacak bir dilim ve sözüm var" diyerek bu yazıyı yazıyorum. Kalemim dilim, sözcükler de çığlıklarım olacak. Ben ve benim gibi onur mücadelemizi veren arkadaşlarım olduğu müddetçe de bu çığlıklar hep duyulacaktır.

Ben E-5'in gediklisi bir seks işçisiyim. Ve iflah olmaz bir travestiyim. En büyük devrimcilerin bile yapmaya cesaret edemeyeceği bir şekilde, kendimi gizlemeden, genellikle yalnız ve silahsız bir şekilde topluma karşı yaşam ve onur mücadelesi veriyorum. Gerçi aşikar olan travestiliğimi saklamaya çalışmam, ağaca tırmandıkça kıçı daha çok gözüken maymunun durumuna benzer.

Evet, ben travestiyim!.. Hani televizyonlarda kızarak, tiksinerek ya da acıyarak izlenilen, kimilerince erkekliğin yüz karası bir hilkat garibesi olarak görülen, polisten kaçarken vicdanının rotasını yitirmiş faili meçhul arabalar yüzünden paramparça olmuş vücutlarını gül yaprakları misali etrafa saçan çevre düşmanı, yürüyen taşlara bakmaktan yüreği taşlaşan, "falçatasız çıkmam abi!" sloganıyla hareket eden, bedeninden önce ruhu yaşlanan, eceliyle bile ölemeyen, öldükten sonra bile insan maskesi giymiş şeytanlarla kavga döğüş bir mezar bulabilen, rüzgara işer gibi yaşayan ben... Evet ben, bir travestiyim.

Ölümün o soğuk nefesini her an ensemde hissederek çalıştığım sürprizi bol günlerden birinde beş heteroseksistin saldırısına uğradım. Egolarını tatmin etmek isteyen bu yaratıklardan kaçmama rağmen beni yakalamışlardı. Ellerindeki demir çubuklarla öldüresiye vuruyorlardı. Etrafımızda da büyük bir kalabalık birikmiş, "realiti şov" seyredercesine hiçbir tepki vermeden donuk gözlerle seyre dalmışlardı. Bu nasıl bir insanlıktı ki hayvana bile gösterilmeyen eziyetin alâsını bana tattırıyorlardı. Benden bu denli nefret etmeleri ya da duyarsızca seyretmeleri için ne yapmıştım onlara?!..

Her kafamı çevirdiğimde istemesem bile polisi görmeme rağmen, çığlık çığlığa kurtuluşun kanatları altına koşarken onları görememiştim işte. Hepsi birden yıllık izne çıkmışlardı sanki. Belki de yüreklerinin kepenklerini indirmişlerdi, kim bilir?.. Tıpkı yalvarmama rağmen bana yardım etmeyenler gibi.

İzne çıkmamış, içinde bir parçacık da olsa ümit gizli tebessüm eden yürekler aradım durdum. Ama nafile!.. Herkes gaddar bir tanrı edasıyla beni ezme pahasına son sürat gidiyorlardı. Yüreklerinin önüne atlamam ve yalvarmam bile onların katılaşmış yüreklerinin fayını kıramıyordu.

Yoluk kanatlı bir kelebek gibi kalakalmıştım ortalıkta. Kendimi korumak isterken birinin kolunu yaraladım. Ben de aldığım darbelerden elim ve ayağımın birini kullanamadığım halde, sadece alkol muayenesine sokulup rapor bile alamadan ceplerimde hain eller ve yüreğimde kanlı göz yaşlarımla, ver elini Bayrampaşa Cezaevi Karantina M Üst Koğuşu!.. ERKEKLER Bölümü.

Cezaevindeki hücre benzeri odama geçene kadar 3 kapıdan geçirildim. Hepsinde de en mahrem yerlerime kadar kontrol edilerek... Üstte iki göğüs, upuzun saçlar, kadınsı sayılacak bir vücut, altta ise bereket tanrısını önemli kılan bir uzuv ile asker ve gardiyanların önüne bir travesti olarak çırılçıplak kalmak!..

Koğuşa getirildiğimde dünyanın en uzun koridorundan geçtim. Koridorun sonunda beni bir sürpriz bekliyordu. Benim için bir masa hazırlamışlardı. Yumruklarını meze, tükürüklerini içki diye sundular bana. Çığlıklarım ise, onların jiletlenesi yüreklerini daha da coşturuyordu.

Dışarıdaki tutsaklığımı anımsadım o anda. Önce birkaç damla, sonra sağnak bir yağmur gibi yıkıyordu koridoru boylu boyunca. Onların çamurlaşmış ruhlarını yıkamasını beklerken... ağlamayı gülmekten önce öğrenmiştim. O yüzdendi belki de hücreme girerken kahkahayla ağlamam ve hüngür hüngür gülmem.

Hücrenin koridora bakan bir kapısı ve üzerinde de 10 cm2'lik bir delik vardı. Arkada güneşi bile karartacak kadar sık dokunmuş ince ve kalın parmaklıklar... Yemeğim kapının altından, kulübesindeki köpeğe verilir gibi tantana ile sunuluyordu. Tuvaletim için ise deliler gibi yalvarmam ya da ceplerimi boşaltmam gerekiyordu. Aksi taktirde sancıdan kıvranıncaya kadar bekletiliyordum. İlk 7 gün bekletildiğim gibi... Banyoya çıkmam imkansız gibi bir şeydi zaten. Gardiyan ve mahkumların tacizlerine maruz kalmam da cabası...

İlk defa cezaevine düşmüştüm. Bambaşka bir gezegende gibiydim adeta. Yine de herşeyi unutmaya ve tutsaklığıma alışmaya çalışıyordum. Ama unutmak zamanı hızlandırmıyordu ki!.. Tam aksine, burada zaman durmuş gibiydi sanki. Yıldızlar misali kayıp giden zaman burada oturmuyordu çünkü.

Sudan çıkmış bir balık kadar savunmasız, yeni kozadan çıkmış bir ipek böceği kadar da ürkektim. Ruh artığı bir bedenle yapayalnız kalmıştım işte. Beni bu parçalanmışlıktan kurtaracak bir el aradım. Sadece yalnızlığımdı, bana uzanan derin bir yalnızlık!.. Peşimi bırakmayan bu sevgili ya çok seviyordu ya da taparcasına nefret ediyordu benden.

Tutsaklık acısı ise bir kaya gibi oturmaya başlamıştı mideme. Hem de öyle oturuyordu ki içimdeki çocuğu bile kıpırdatamıyordum. Beni ben eden aşk, sevgi, şefkat ve dürüstlük duyguları gitgide zayıflıyordu. Vücudumun her yanını saran azılı bir hastalığı andırıyordu adeta.

Bu iğrenç düzenin mikrobu beni de esir almıştı. İçimde binbir ümitle besleyip büyüttüğüm o güzel, saf ve masum yüzlü, pembe gözlüklü çocuğu öldürmüştü. Onun saf ve masum, bir ömür diri kalmasını sağlayan özgürlüğümdü. O da onunla beraber kaybolup gitmişti işte...

Gün be gün çürüdüğümü hissediyordum. Ama inadına yaşıyor ya da öyle gözükmeye çalışıyordum. Üflense dağılacak bir pamuk şekeri gibiydim artık. Kullanılmış bir konserve kutusu gibi atılmıştım işte. Hayallerimin yıkıntısında oturuyordum, beni ben eden değerlerimin hayaliye!..

Tek çare kalmıştı artık. O da içimdeki çocuğu yeniden yaratmak... Nasıl olsa 9 canlı bir kedicikti o!.. Rüzgâra işer gibi yaşayan ben, inadına bunu yapacak ve düzenin mikrobuna onu bir daha sunmamak için de onurumu kalkan yapacaktım kendime. Hem de duygularımın frenine basmadan, çığlık çığlığa, benim ve beni ben eden bütün değerlerimin doyumsuzluğuna vararak...

Hey mahkumlar, gardiyanlar hey!

Tıkanmış kulaklarınızı açın

Açın kapalı gözlerinizi

Çıkarın, gem vurulmuş duygularınızı gün yüzüne

Bir kulak verin ağıtlarıma, yalvarışlarıma, sevda hasret türkülerime

Mazgalı kapalı da olsa

Hayvan misali tıkılsa da kafese

Bir insan evladı var o kapının arkasında

Görün, kendimi savunurken aldığım yaralarımı

Haksızca suçsuz damgası yiyişimin, hıncını duyan yüreğinizde

Açık kendinizle hapsettiğiniz duygularınızın mührünü

Kalpten duyun, candan hissedin

Yüreğimi parçalarcasına dışarı çıkmak isteyen firari acılarımı

Duyun yürek sancılarımı duyun

Görün, gözyaşlarımı sevdalımın resmine nasıl fırlattığımı

Ben ki, duygularına gem vurup çarmıha gerebilen bir deli

Ağlıyorum şimdi,

Elma şekerini düşürmüş çocuk misali

Dışlanmışlığın acısını benden çıkaranlara inat

Atıyorum voltamı bir ileri, bir geri.

GÖBEK ADIM E-5

Kaos GL dergisi 2000 /3



Tıklayın: önceki sayfa