anasayfa Eşcinsellik ve Tekâmül
< Şark-İslâm Klasiklerinde Eşcinsel...
< Mevâid'de eşcinsel kültür
önceki sayfa

Şark-İslâm Klasiklerinde Eşcinsel Kültür

Zekeriya Gün / Ankara
(zek@gay.com)

II. Mevâid'de eşcinsel kültür

a) Oğlancılıktan İbaret Bir Eşcinsellik

Öncelikle belirtmeliyiz ki Mevâid, Osmanlı bürokratları için yazılmış bir kitaptır. Yazarı da bir Osmanlı bürokratıdır. Ondan, eşcinselliğe son derece insani bir edim olarak yaklaşmasını beklemek yanlış olacaktır. Dönemin ( XVI. y.y.) şartları da bunun böyle olmasını gerektirmektedir zaten.

Mevâid'in ilgili bölümlerine baktığımızda Osmanlı bürokratının, eşcinsel zevkleri de olan kimseler olduğunu bütün açıklığıyla görürüz. Hemen hepsinin bir "oğlan" sevgilisi vardır. Bu oğlanlara nasıl davranılması gerektiği, oğlanların sıkı sıkıya uymaları gereken kurallar, çeşitli yöre oğlanlarının ne gibi özelliklere sahip oldukları, oğlan-sevgili seçiminde dikkat edilmesi gereken hususlar, ayrıntılarıyla açıklanır bu yapıtta.

Eşcinsellik adına Mevâid'de bulabildiğimiz hususlar bunlardır.

Şu saptamayı da yapabiliriz: O dönemin bürokratı, istisnalar her zaman mümkünse de, genellikle tek eşli eşcinsel ilişkiyi tercih etmektedir. Sevgililerini bir defaya mahsus olarak, ama son derece dikkatle seçmekte ve onu yanlarından ayırmamaktadırlar. Sevgili seçiminde yanılmamak için ise Âlî'ye kulak vermeleri gerekiyor.

Sonuçta Mevâid'deki eşcinselliğin oğlancılıktan ibaret bir eşcinsellik olduğunu söylemeliyiz.

b) Oğlan-Sevgilide Aranan Özellikler

Âlî'ye göre bir delikanlının tercih edilebilmesi için şu özellikler bir arada bulunmalıdır:

1. Oğlan, yumuşak huylu olmalıdır; partnerinin dediğine uymakta, istediğini yapmakta uysal davranmalıdır.

2. Sürdüğü güzellik ve cazibe süresi uzun olmalıdır. (En az 30 yaşına kadar).

3. Sakal ve bıyığı ya hiç olmamalı, ya da mümkün olduğunca geç çıkmalıdır.

Mevâid'de oğlanların dikkat etmesi gereken hususlara da yeri geldikçe değinen Âlî, seks hizmetinde kullanılan delikanlılara şu görevleri yükler:

- Gönlü tiksindirecek davranışlardan sakınmalıdırlar.

- Tuvalete gittiklerini "efendi"lerine göstermemelidirler.

- Onlar da haremdeki kızlar gibi edepli olmalıdırlar.

- Efendisini çekiştirip ikide bir kötülememelidirler.

-Âlî, bu suçu işleyen "tüysüz-türüzsüz hizmetkarların" neredeyse öldürülmeye layık olduklarını (!) düşünmektedir.

- Eksiklerini dile getirip "donum, gömleğim, kaftanım, pabucum kalmadı" dememelidirler.

- Efendilerinden başkasının yüzüne bakmamalıdırlar; utangaç olmalıdırlar.

- Davranışlarında son derece kontrollü ve ölçülü olmalıdırlar.

- Su, şerbet ve kahve sunarken diz çöküp sunmalıdırlar; domalmamalıdırlar. Çünkü domalmak, o mecliste bulunanların aklına "başka neşeler ve keyifler" getirip, bunları ummalarına sebep olur.

- Tüysüz-türüzsüz oğlanların birbirlerini kıskanmaları normalse de, bunun boyutları sınır aşmamalıdır.

- Bu gençler, birbirlerine de aşık olmamalıdırlar.

Bu efendilerine hıyanettir.

- Kollarına, vücutlarının diğer bölgelerine dövme yaptırmamalıdırlar. Bu Âlî'ye göre asiliktir.

- Aralarında gizli muhabbetler de almamalıdır.

- Afyon kullanmamalıdırlar. Yalnız kahve içmelerinde sakınca yoktur.

Âlî, bu davranışların mutlaka cezalandırılmasını öğütler.1

***

Âlî'nin yakındığı bir husus da konumuzu ilgilendirmektedir. Mevâid'in 56. bölümünde yazar, bazı "gafil ve nadan" kimselerin, büyüklerin meclislerine gittiklerinde, hizmetkar oğlanlara şehvetli bakışlarla göz dikmelerini kötüler. Bu kişileri "aşçı köpekleri gibi gözlerinden doyarlar" diyerek yerer. Eğer bu tür davranışlar içki meclislerinde olursa, kan dökülmesine bile sebep olabilir. Âlî, bu tür bir olayı şöyle tasvir eder:

"O bahtsızların bakmaları halinde, tesadüf, genç hizmetlilerden biri gül gibi gülerken görünür; ya da gonca gibi kırmızı dudağı tatlı tatlı gülümserken görünür. Böylece o nankör kişi ile söz birliği etmiş sanılıp işaretleştiğine yorulur. İkisinin de gazaba uğrayıp öldürülmesi olağandır. Oysa, gerçekte, o öldürülmesi vacip olan kişinin bakışlarındaki uygunsuzluğun, o suçsuz civana sıçradığı anlaşılır."(2)

***

Mevâid'in 90. bölümünde Âlî'nin güzel delikanlılara bir uyarısını da vermek gerekir. Burada, Âlî, bu delikanlılara gençlik çağlarının kıymetini iyi bilmelerini şöyle öğütler:

"Daha bıyığı terlememiş güzel delikanlılar, güler-yüzlü ve albenisi olan melek huyluların tazelik çağlarında Mısır'ın Yusuf'u gibi alıcıları çok olur. Oysa tıraşları geldikten sonra öğrenim yapıp da yükselme yollarını bulup tamamlamaları seyrek olur. Çünkü güzelliklerine aldanırlar, mevki sahibi ulu kişilerin kendilerini isteyip rağbet etmelerine dudak bükerler. Fırsat zamanı, nice muratlarına ermeleri kolay iken gafletleri yüzünden onlara ulaşamazlar."(3)

c) Oğlan Çeşitleri

Âlî, Mevâid'in 8. 45. ve 46. bölümlerinde(4) Osmanlı eyaletlerinde yaşayan çeşitli ırk ve etnik kökenden toplumların delikanlıları hakkında kısa kısa bilgiler vermektedir. Bazı yörelerin delikanlıları için son derece övücü sıfatlar kullanmakta, bir kısmını ise yer yer çirkin sıfatlar kullanarak yermektedir.

Yukarıda Âlînin bir oğlan-sevgilide bulunmasını gerekli gördüğü özellikleri sıralamıştık. Mevâid'de açıkça belirtildiğine göre bu özelliklere sahip "iyi huylu gılmanlar"ın en çok bulunduğu yöre genelde Rumeli olmakla birlikte bilhassa Bosna Hersek'tir. Yazara göre "Bosna ve Hersek memleketinin cılasın oğlanları kişinin dediğine uymakta, istediğini yapmakta hep uysal olurlar. Bunların sürdüğü güzellik ve cazibe süresini de hiçbir diyarın tüysüzleri sürmez. Nicesi otuz yaşına varıncaya kadar güzel yüzünde gönlüne üzüntü olacak kıl görmez."

Daha sonra ise "İçel civanları" diye andığı Edirne, Bursa ve İstanbul'u kapsayan yörenin delikanlılarını över. Bunlardan, "ince belliler ve her yönden kusursuz ve güzeller" biçiminde bir betimlemeyle bahseder. Hatta bunların güzellik ve cazibesi eksik olanlarını bile "tazelik ve tatlılık, naz ve cilveleriyle sevimli" görür.

Üçüncü sırada yazarın övgüsüne mazhar olan grup ise "Kürt tüysüzleri"dir. Bunlar "sağlıklı, yumuşak ve uysal, her ne teklif olunsa dinleyip yapmaları çok" delikanlılardır. İlginç ve anmaya değer bulduğu bir özellikleri de, bellerinden aşağısını kına ile ta dizlerine kadar boyamalarıdır. Diğer özellikleri de; çoğunun ince belli ve uzun boylu olmaları, "kendilerini teslim ettikleri sırada her uzvuyla birlikte yumuşaklık göstermeleri" olarak sıralar. Ancak sadakatsizdirler.

Bu bilgileri verdikten sonra Âlî, tekrar, tekrar İçel civanlarına döner. Dış görünüş ve cazibe açısından onları çok öven yazar, olumsuz yanlarına değinmeden de edemez. Bu üç eski Osmanlı başkentinde yetişen delikanlılar biraz inatçıdırlar. Bu nedenle onlara "vuslat nimeti" ancak üst düzey bürokratlar için söz konusudur. Bazen yanlarında gezdikleri aşıklarını parasız pulsuz bıraktıkları da görülür. Vefasız ve "insanı üzmek isteyen cefacı" güzellerdir. Onlara aşık olanın huzuru ve rahatı az olur.

Yazarın "Rumeli köçekleri" diyerek andığı oğlanlar, "güzel yüzlülere rağbet edip karşısında gümüş servi endamlı, uzun boylu, salınarak yürüyenleri kullanmak isteyenler"in asla vazgeçmemeleri gereken kimselerdir. "Hırvat asıllıların nefesleri mis kokanlarından usanmamalıdır. Bunlar edep ve haya ile hareket ederler." Çerkesler de "Yusuf çehreliler" şeklinde anılarak Âlî'nin övgüsünü almışlardır. Çerkes ve Abazalar, "yol yordam güzelliği ve yiğitliği, göz, kaş ve kirpiklerinin güzelliği bakımından övgüye değerler. Ancak, akılları az, bu sebeple efendilerine çok itiraz ederler. Arnavutlar, aşıkların gönüllerini alsalar da gayet inatçıdırlar. Gürcüler, Ruslar ve Göreller ise yazardan iyi not alamamışlardır ve öncekilerin "gübresi" addedilmişlerdir. Gürcüler "giyeceği kirli, altı üstü kir-pas" kimselerdir. Rus delikanlıları ise çok fazla "verek"tirler Macarlar ise, bu son üç gruba göre "tabiatı uygun ve makbul" olanlardır. Fakat onların da kusuru, çoğunlukla efendilerine hainlik etmeleri ve davranışlarında kabalık sezilmesidir. Yine de titiz ve hizmette çeviktirler. Âlî, Habeşli oğlanları ise oldukça över: Yatak hizmetinde ustadırlar. Giyecekleri kokulandırır, yatak ve yastık döşemeyi candan isterler. Uysallık ve güzel davranışları da cabasıdır. İnce, nazik, azardan yüksünmeyen, "serilip yatmada kadınca davranabilen ve kız oğlan kızlar gibi oynaşmakta senli-benli olan" kimselerdir. Bunların dışında "kara suratlı Araplar" şaraba düşkün olurlar. Farslarda ise "giydiği yakışık, salınıp yürüyüşü yaraşık" olanlar çoktur.(5)

Âlî'nin yine bu konuya ayırdığı 46. bölümü ise daha önce söylediklerinin bir özeti olması ve üslubunu yansıtması açısından aynen alıntılamak istiyoruz:

"Bütün Rumeli adamı ve Tuna yalılarının özellikleri başka başka olan ulusları, içleri saf ve temiz yaratılışlıdırlar. Hele tüysüz-türüzsüz olanları yirmi yıl kadar güzellik ve albeni ile eksiksiz iltifata ermişlerdir; sakalları gelmez, incelik ve güzelliklerinin zülâlini ayva tüyleri ve sakalları çıkarak bulundurmaz, parlak tabiatlıdırlar. Ancak Akdeniz yalılarında bulunan Mora, İnebahtılı ve Ayamavralı diye tanınmış olan Rum hıristiyanları ile çok düşüp kalktıklarından dilleri doğru düzgün değildir; Rumeli civanlarının Tanrı vergisi olan telaffuz ve ifade güzelliğinden uzak oldukları pek bilinmektedir. Ama Anadolu, Karaman ve Mülk-i Rum denen Anadolu Diyarı halkı mutlaka kır adamları, güzeli ve cemal sahibi olanı seyrek görülen, edaları başka başka, güzellikleri ve albenileri az olan kimselerdir. Az çok güzelliği olanları da (...) az zamanda sakallanır ve çirkinleşirler. Lakin üç başkent (İçel yöresi) yani İstanbul, Edirne ve Bursa'da oturanlar ve o aralıktaki kasabaların zarafet gösteren halkı ötekilerden ayrıdırlar. Oğlanları ve kızları, güler yüzlülükle ve güzellikle şen-şakraktırlar. (...) Ama Arap ve Acem soyu, yaratılıştan birbirlerine yakındırlar. Ancak Arap kavminin yaltaklık edip tilkilenmesi ve Acem soyunun kurtça sertlikle yabanilik göstermesi, şaşılacakların şaşılacağıdır. Bunların mahbup ve mahbubelerinde de incelik ve cazibe olur ve zarafetten anlarlar. Lakin bu incelik davranışlarında görülmez. Çoğu kaş, göz güzelliği ile seçilir. Ancak yürüyüşte ve görünüşte merd-i Rumi gibi nitelikleri yücelmiş değildir."(6)

***

Yüzyıllarca önce (XVI. y.y.) yazılmış bu satırlar, günümüz insanı için çok fazla bir anlam ifade etmez elbette. Yalnız o dönemin genel beğenisini yansıttığını söyleyebiliriz. Yine de yazarın öznel tercihlerini her zaman hesaba katmalıyız. Örneğin burada yer alan çeşitli kökenden insanlarla ilgili değerlendirmeleri, Divan şairlerinden Enderunlu Fazıl'ın aynı konuda kaleme aldığı manzum yapıtı Hubabname'deki değerlendirmelerle karşılaştırdığımızda farklı tercihlerle karşılaşmaktayız.(7)

d) Mevâid'de Eşcinsel Jargon

Eşcinsellikle ilgili eski metinlerde, o dönemde kullanılan özgün bir sözcükler ve deyimler öbeği vardır. Mevâid'de de bu tür sözcük ve deyimler tespit etmiş bulunuyoruz. Bunları ve Âlî tarafından hangi anlamlarda kullandığını alfabetik sırayla şöyle gösterebiliriz:(8)

Alıp-veren: Eşcinsel erkek.

Civan: Delikanlı, oğlan.

Esnaf: Kendisini başkalarını şehvetlerine alet eden eşcinsel erkekler.

Evbaş: Eşcinsellerle düşüp kalkan rezil kimse, ayaktakımı.

Fail: Aktif eşcinsel erkek.

Gılman: Genç erkek çocuklar, oğlanlar, uşaklar, köleler. Eşcinsel fiil için kullanılan çocuklar/delikanlılar.

Göte kin etmek: Eşcinsel fiili işleyerek kazanç elde etmek.

Götte kalmış bok işli suçlular: Eşcinsel anlamda azgın kimseler.

Götü kızmış: Eşcinsel anlamda arzulu kimse.

Hizan (ç): Puşt, ibne, eşcinsel. (Tekili: Hiz)

İbne: Eşcinsel

İki zevkli: Hem erkeklik, hem de kadınlık organı bulunan ve iki türlü cinsel birleşmede bulunabilen kimse.

Kazanç alüftesi: Lezbiyen veya gay eşcinseller için kullanılan ortak bir tabir.

Kıçını sıyırıp meydana at salmak: Eşcinsel fiil yoluyla kazanç elde etmek.

Kızak tahtası: Göt

Kızak tahtasının üstüne döktürmek: Eşcinsel fiili işlemek.

Köçek: Erkek oyuncu, erkek dansçı. Yavru, genç civelek gibi anlamlara gelen bu sözcük, eğlencelerde kadın kılığında oynayan eşcinsel dansçıları anlatmak için kullanılır.

Luti: Eşcinsel

Mahbup: Yakışıklı erkek eşcinsel.

Mef'ul: Pasif erkek eşcinsel.

Mef'ul-i münteha: Kaşarlanmış, çok kullanılmış mef'ul.

Muhannes: Kadınsı tavırları olan erkek.

Nöker: Köle, uşak yoldaş anlamlarına gelen bu sözcükle, metinde eşcinsel arkadaşlar kastedilmektedir.

Saderu: Henüz bıyığı terlememiş taze genç.

Saderuluk makamından uzaklaştırılmak: Henüz bıyığı terlememiş ve taze genç iken kendisine verilen değerden ve mevkiden uzaklaştırılıp artık yüzüne bakılmaz olmak.

Sevici: eşcinsel kadın, lezbiyen.

Tüysüzler soyu: Bıyığı terlememiş ve sakalı çıkmamış genç.

Tüysüz- türüzsüz: Bk. Tüysüzler soyu.

Verek: Kendini başkalarının şehvetine alet etmeye her an hazır olan erkek eşcinsel.

Yüz üstü kızak vurmak: Eşcinsel fiilde bulunmak.

Zıbık: Sevicilerin sevişirken kullandığı yapma erkeklik organı.

e) Sonuç ve Değerlendirme.

XVI. yüzyılda kaleme alınmış Mevâidü'n-Nefais fi Kavaidi'l-Mecalis adlı eserde yer alan bazı bölümler, dönemin eşcinsel anlayışını yansıtması bakımından önemli metinlerdir. Bu metinlerin yansıttığı eşcinsellik, oğlancılıktan ibarettir. Eşcinsellik, toplumun bir gerçeği olarak bir yandan kabullenilir ve konuyla ilgili detaylı bilgiler verilirken, bir yandan da eşcinseller ve eşcinsellik kötülenir. Eşcinsellerden kötü sıfatlarla söz edilir. Fakat bu daha çok bir üslup özelliği gibidir. Çünkü bu bölümlerde sadece eşcinselliğin kabullenilmesi değil, eşcinsel tutumlar konusunda yol gösterilmesi de açıkça söz konusudur.

İşte bu noktada, günümüzde de olduğu gibi toplumsal bir iki yüzlülükten söz etmek gerekiyor. İnsanlar (o dönemde daha çok bürokratlar) eşcinselliği yaşıyorlar fakat aynı zamanda evli ve çocuk sahibidirler. Eşcinsel amaçları için kullandıkları partnerlerini, hizmetkar kılığında yanlarında bulunduruyorlar. Böylece eşcinsel fiiller kamufle edilmiş oluyor. Oğlan-sevgililerde aranan özellikler ise daha çok bir kadında bulunması gereken özelliklerdir. Bütün bunlardan o dönem insanının daha çok cinsel çeşitlilik peşinde olduğu sonucuna varılabilir.

Mevâid'de en tartışılabilir hususlardan biri de oğlan çeşitleri konusunda verilen bilgilerdir.

Burada çeşitli ırklar sırayla gözden geçirilir ve oğlanları hakkında değerlendirmeler yapılır. Bu değerlendirmelerin nesnellikten uzak olduğunu çok rahat söyleyebiliriz. Farklı kalemlerden çıkmış bu tür metinler karşılaştırıldığında bu durum açıkça görülecektir. Fakat, Âlî'nin bu konuda verdiği bilgilerin ve yaptığı değerlendirmelerin, dönemin beğeni ve anlayışını üç aşağı beş yukarı yansıttığı düşünülebilir.

Mevâid'de kullanılan eşcinsel jargonu da okuyucuya yansıtmak istedik. Söz konusu Jargon, Âlî'nin konuya yaklaşımının bir aynası gibidir.


1 Gelibolulu Âlî, Görgü ve Toplum Kuralları Üzerinde Ziyafet Sofraları/Mevâidün Nefais fi Kavaidil-Mecalis-1, Hzl. O. Şaik Gökyay, Tercüman 1001 Temel Eser Yayınları, İstanbul, 1978, s. 141-149.
2 Âlî, a.g.e., s. 161.
3Âlî, a.g.e., s. 203-205
4Âlî, a.g.e., s. 59-60, 149-150 ve 151-152.
5Âlî, a.g.e., s. 60 ve 149-150.
4Âlî, a.g.e., benzeri bilgiler içinde bk. Keykavus, Kabusname, Çeviri: Mercimek Ahmet, Hzl. O. Şaik Gökyay, MEB. Yayınları, 3. baskı, İstanbul, 1974, s. 148-152.
7Enderunlu Fazıl'ın Hubabnamesi için bk. Murat Bardakçı, Osmanlı'da Seks/Sarayda Gece Dersleri, Gür Yayınları, 6. baskı, İstanbul, 1993, s. 103-122.
8Bu ufak sözlük hazırlanırken, O. Şaik Gökyay'ın Mevâid metnine ek olarak hazırladığı "Sözlük ve Açıklamalar" cildinden yararlanılmıştır. Yetersiz kaldığında ise metindeki bağlamdan yola çıkılmıştır.

Giriş I. Öyküler II. Mevâid'de eşcinsel kültür III. Şeker Dudaklı Ay Yanaklı Oğlan Öyküsü IV. Nâima Tarihi’nden Eşcinsel Bir Anekdot
V. Aşk Tanrıya Ortak Koşmaktır VI. "ÜZÜMCÜK" Diye Bir Şey Var... VII. Leyla ile Leyla VIII. Eşcinsel Aşk Zinciri IX. Nedim'in "Serv-i Revan"ı


Tıklayın: önceki sayfa