anasayfa Eşcinsellik ve Tekâmül
< Şark-İslam Klasiklerinde Eşcinsel K...
< Eşcinsel Aşk Zinciri
önceki sayfa

Şark-İslam Klasiklerinde Eşcinsel Kültür

VIII. Eşcinsel Aşk Zinciri

Zekeriya Gün
(zek@gay.com)

Şark-İslâm klasikleri içinde aşk felsefesine dair yapıtlardan biri de İbn-i Hazm (993-1064)'ın Güvercin Gerdanlığı/Sevgiye ve Sevenlere Dair(1) adıyla Türkçe'ye çevrilen Tawq al-Hamama fi'l-Ulfa wa'l-Ullaf adlı kitabıdır. Yazar, bu kitabında aşk anlayışını ortaya koymakla kalmaz, ayrıca hem kendi yaşadıklarından, hem de çevresinde yaşananlardan derlediği sahici aşk öyküleri anlatır. İbn-i Hazm'ın aşk anlayışı, sûfîlerin aşk anlayışına göre daha yalın ve gerçekçidir. Üç çeşit sevgi olduğunu söyler: Tabii sevgi, ruhanî sevgi ve ilahî sevgi.. "Tabii sevgi"yi açıklarken tipik heteroseksüel aşkı tanımlar. "Ruhanî sevgi" dediği ise "sevilene benzemeyi" yani bir tür özdeşleşmeyi amaçlayan aşktır. İlahî sevgiyi ise "Allah'ın kullara, kulların da Allah'a olan sevgisi" biçiminde açıklar.(2) Gerçi o da sufiler gibi ilahî aşkı yüceltir fakat yine de ilahî aşkın, insanî aşka engel olmayacağını düşünür. Bu bakımdan sufi aşk anlayışını eleştirir.(3)

"Güvercin Gerdanlığı"

Güvercin gerdanlığı; güvercinlerin boynunda bulunan halka biçimindeki tüylerdir. Klasik İslâm edebiyatında, boyna geçen ve ölünceye kadar çıkmayan 'aşk zinciri'nin sembolüdür. Bu nedenle İbn-i Hazm sevenle sevilenin aşk hallerine yer verdiği bu yapıtına "Güvercin Gerdanlığı" (Tawq al-Hamame) adını vermiştir.

İbn-i Hazm ve Escinsel Aşka Yaklaşımı

Güvercin Gerdanlığı'nda yazar, kadınlara duyduğu güçlü sevgiyi ve âşık olduğu kadınlarla yaşadıklarını ölçülü bir dille anlatmaktadır. Yazar esasta bir ahlâkçıdır. Kesinlikle müstehcen sahnelere yer vermez; aşkın duygusal boyutunu öne çıkarır. Buna rağmen, yer yer sevdiği erkek arkadaşlarından da söz açmadan edemez. Fakat bu bahislerde kendisinin 'günaha bulaşmamış' olduğunu, bu erkeklere karşı sadece güçlü bir dostluk duygusuyla bağlı kaldığını, sevgisinin cinsel bir anlam taşımadığını özellikle vurgulama ihtiyacı duyar.

İbn-i Hazm'ın erkek arkadaşlarına duyduğu sevginin gücünü anlatmak üzere şu örnekleri seçebiliriz: Ebubekir adlı çok sevdiği bir arkadaşının Doğu'ya yolculuğa çıkması üzerine uzun süre gelişini bekler, gelmeyince ise son derece üzülür ve ağlar. (s. 88) Yazar, gözyaşının da aşkın belirtilerinden biri olduğunu yapıtının "Aşkın Belirtileri" bölümünde (s. 88) açıkladığına göre, bu arkadaşına karşı aşk derecesinde bir sevgi duyduğunu söyleyebiliriz. İbn Hazm, kendisine "benzeri düşünülemez" derecede sevgi gösteren, kendisinin de aynı şekilde sevdiği erkek arkadaşlarından sık sık söz eder. (Bk. s. 128, 171, 223)

Yapıtın "Basit Bir Tasvir Üzerine Aşık Olanlar" bölümünde babalarının arasındaki düşmanlıktan ötürü Ebu Amir adlı birini tanımadan önce nefret ettiğini, fakat tanıştıktan sonra ailelerinin arasındaki düşmanlığa rağmen güçlü bir dostlukla birbirlerine bağlandıklarını anlatır. (s. 83-94)

Kadın-erkek aşk örneklerinin arasında kahramanlarının erkekler olduğu sevgi öykülerinin de yer alması hiç de şaşırtıcı sayılmamalıdır. Bu tür öyküleri dikkatle okunduğunda İbn-i Hazm'ın iki erkeğin cinsellik olmaksızın aşk derecesinde güçlü bir sevgiyle birbirlerine bağlanmalarını doğal bulduğu görülecektir. Birbirine aşık olan erkeklerden söz etse de, bu sevgiyi cinsellikten soyutlamaya çalışır. Tabiidir ki eşcinsel ilişkiye karşıt bir tutum sergiler.

İbn Hazm, erkek güzelliğine de dikkat eden bir bakış açısına sahiptir. Kitabında yer yer bu tür değinmeler vardır. Örneğin "olağanüstü güzel" olarak nitelediği İbn Sehl adlı bir adamdan söz eder. (s. 196) Arkadaşlarından İbn el-Tubnî'yi ise şöyle tasvir eder: "Sanki güzellik ya onun suretinde yaratılmış ya da onu seyreden herkesin ruhundan ortaya çıkmış. Güzellikte, incelikte, zarafette, ahlakta, iffette, ağırbaşlılıkta, edepte, anlayışta, hilmde, vefada, efendilikte, temizlikte, saygınlıkta, tatlı sözlülükte, yumuşak huylulukta, sevimlilikte, davranış inceliğinde, sabırda, hoşgörüde, akıllılıkta, iyilikseverlikte, cömertlikte ve dindarlıkta ona denk olabilecek herhangi biriyle karşılaşmadım. (...) O ve ben aşağı yukarı aynı yaşlardaydık. Birbirinden ayrılmaz, iki tende bir can gibi iki arkadaştık. Dostluğumuzu hiçbir şey zedeleyemezdi." (s. 226) Bu dostluğun anısına yazdığı uzun bir şiiri ise bir erkeğin diğer bir erkek arkadaşına duyduğu güçlü sevgiyi ifade edebilecek en güzel şiirlerden biri sayılabilir. Bu şiirinde İbn-i Hazm; "Hakkımda ne düşünürsen düşün, ben sana âşığım; seninle sohbet ve muhabbet etmekten başka düşüncem yok" demektedir.

Ayrıca erkek ve kadın güzelliğini karşılaştırır ve yaşadığı çağın ve devletin sıkı Müslüman yapısına rağmen cesurca bir değerlendirmeyle erkek güzelliğini tercih eder: "Kadınlar yasemin gibidir, özen göstermezseniz, çabucak solar ya da bakmazsanız kısa zamanda yıkılan, harabeye dönen bir ev gibidir. Bu yüzden derler ki erkeklerin güzelliği daha güven vericidir, daha dayanıklıdır, daha sağlam bir temele dayanır ve daha üstün niteliktedir. Çünkü öyle çarpmalara öyle darbelere dayanır ki! Oysa kadınların yüzü ufak bir vuruşla morarır, teninde çirkin lekeler belirir. (...)" (s. 218)

Öyküler

1.

Hasan b. Hani adlı bir adam, Muhammed b. Harun adlı bir arkadaşına tutkundur. Hasan, Muhammed'i uzun uzun seyretmeye dayanamamakta, yani bundan son derece tahrik olmakta ve aşkını bu yolla açığa vurmuş olmaktadır. Bu durum, aşklarının açığa çıkmasını istemeyen Muhammed'i rahatsız edince kendisine uzun uzun bakmasını yasaklar. (s. 116)

2.

Bu öykünün hemen peşindeki öyküde yazar, kahramanlarının iki erkek mi yoksa bir kadın bir erkek mi olduğunu açıklamadan(4) iki sevgili arasındaki durumlardan söz eder: Aşklarının açıklanmasını istemeyen sevgilinin bu isteğine rağmen âşığı dayanamaz ve aşkını açığa vurmaya kalkışır. İbn-i Hazm'ın bu aşk öyküsünde sonraki gelişmeleri değerlendirişi şöyledir: "Burada adı geçen âşık, sevgilisiyle en güzel ve en aşırı zevkleri tadıyordu. Fakat ne zaman ki aşkını açığa vurmaya kalktı, artık, bundan böyle, ancak belli belirsiz zevklerle yetinmek, aşkın kaprislerine ve gururuna maruz kalmak ve sevgilisinin kalbini kazanmaktan vazgeçmek durumuyla karşı karşıya kaldı. Böylece o sıcak, tatlı samimiyet ortadan kayboldu; ardından yapmacık tavırlar, yapay ilişkiler, haksız suçlamalar başladı. (...) Eğer aşkını biraz daha açığa vurmuş ve sevgilisinin yakınları da olup bitenleri duymuş olsaydı, sevgilisini ancak düşünde görebilirdi; aralarında her şey biterdi; hiç kuşkusuz bu da ona pahalıya mal olurdu." (s. 116-117) İbn-i Hazm'ın bu öyküde isim vermekten çekinmesi ve birtakım "aşırı zevkler"i söz konusu etmesi, bu öykü kahramanlarının iki erkek olduğu sanısını güçlendirir.

3.

Yazarın "şaşırtıcı öyküsü"nün dilden dile dolaştığını belirttiği Ahmet b. Feth'in öyküsü de ilginçtir. Bu genç, Kurtuba (Cordoba) kâtiplerinden birinin oğludur ve bir devlet işinde de görevlidir. Sâdece bilimsel çalışmalarla ilgilenen, edebiyat ve güzel sanatlara ilgi duyan, ağırbaşlı, olağanüstü sessiz, ancak erdemli topluluklarda ve ortamlarda gözüken, güzel huylu, iyi gidişatlı biridir. Yalnız, kendi havasındadır; çekingen yaratılışlıdır ve herkesten uzak bir köşede oturmayı sever. Yazar onun bunca iyi özelliklerinin yanı sıra bu son özelliklerini olumsuz özellikler olarak niteler. İşte bu gencin böyle erdemli bir kişi olmasına rağmen "birine" gönlünü kaptırmasıyla işi sefihliğe vurduğunu, bütün erdemli hareketlerinden vazgeçtiğini anlatır. Tutulduğu kişi de kendisi gibi bir gençtir, fakat yazara göre, kesinlikle ona lâyık biri değildir. İbn-i Hazm, Ahmet'in durumunu şöyle değerlendirir: "Öğrendim ki Ahmet, namusunu beş paraya düşürmüş, kepaze olmuş, hayayı yitirmiş ve kendiliğinden şehvetin peşine takılmış. Dedikodu konusu olmuş, boşboğazların diline dolanmış. Her yerde o söz konusu oluyordu; şaşırtıcı öyküsü dilden dile aktarılıyordu. Bütün bunların kendisine sağladığı ise ancak değerden düşmesi, sırrının etrafa yayılması, kötü bir ün kazanması, sevdiğinden de kesin olarak uzaklaşması ve onu artık hiç görememesi olmuştur." (s. 119-120)

Halbuki yazara göre sırrını ve gönlündekini dışarı vurmasa, daha iyi olacaktı. Bu durumda İbn-i Hazm'ın, eşcinsel sevgiyi açığa vurmadıkça, herkese açıklamadıkça gönülde yaşatmaya karşı olmadığını anlıyoruz.

4.

Yazarın yaşadığı X. yüzyılda geçerli olan kölelik kurumunun da eşcinsel aşklara konu olduğunu anlıyoruz. İbn Hazm, kimi zaman da "bir adamın, üzerinde mutlak efendilik hakkı kurduğu kölelerinden birine tutulduğunu gördüğünü", bu durumda "ona zor kullanmasına hiçbir şeyin engel olamadığını" söylemektedir. (s. 123)

5.

İbn-i Hazm'ın anlattığı eşcinsel aşk öykülerinden birinde de mekân bir 'cami'dir. Bu camiye devam eden dönemin bakanlarından Ebu Ömer'in yanında genç hizmetçisi Acib de bulunmaktadır. İşte bu genç Acib'e yine dönemin bakanlarından Mukaddem b. el-Asfar âşıktır. Evine çok uzak olmasına rağmen, Acib'i görebilmek için sürekli onun gittiği camiye gider, oraya oturur ve sevdiği oğlana yiyecekmiş gibi bakar. Acib bu duruma kızar, üzerine yürür, ona karşı yüzünü buruşturursa da bu durum Bakan'ı daha da çok tahrik etmekten başka bir işe yaramaz. Hatta bu tür davranışları onu sevindirir. Durumunu şöyle ifade eder: "Vallahi tam istediğim oldu, tatmin oldum, gözümün önü ışıdı." (s. 124)

6.

Eşcinsel sevginin açığa vurulduğu bir öyküde ise kahramanlar Endülüs halifelerinden Halife İmam Abdurrahman b. el-Hakem'in kendisinden sonra hilafete geçecek olan oğlu genç Muhammed, yakışıklı muhafızı ve veziridir.

Halife uzun bir sefere çıkınca makamını oğluna emanet etmiştir. Genç Muhammed sarayın terasında yatıp kalkmakta, ona yardımcı olmak üzere, her gün bir bakan ve bir muhafız da yanında bulunmaktadır. O zaman 20 yaşında olan Muhammed'e, bir gece, vezirle birlikte "yakışıklı, genç, parlak yüzlü bir muhafız" refakat eder. Uyuma zamanı gelince vezir yatar, uyumuş gibi yapar fakat sezdirmeden Muhammed'i gözetlemektedir. Çünkü kendi kendine; "Korkarım, bu gece Muhammed b. Abdurrahman kendini yıkıma götürecek bir günah işleyecek, iblisin süslü oyununa gelecek ve şeytana uyacak" diye düşünmektedir. Gerçekten de Genç Prens, her ne kadar yatma girişiminde bulunursa da uyuyamaz ve yatağından doğrulur, kısa bir süre yatağın üstünde kalır fakat "şeytanın kötülüğünden Allah'a sığınır", dua eder yeniden yatağına girer. Ama tekrar kalkar, üstünü giyer, yataktan çıkmaya hazırlanır. Vazgeçer, gömleğini çıkarıp yatağa girer. Üçüncü kez kalktığında yine gömleğini giyer, ayaklarını yatağından sarkıtır ve nöbetçiye seslenir. Fakat vezirin beklediği eşcinsel eylem gerçekleşmez, çünkü Prens, yakışıklı nöbetçiye, terastan inmesi ve aşağıdaki salonda kalması için seslenmiştir. Nöbetçi aşağı inince de kalkıp odasının kapısını arkadan sürgülemiş, yatağına girip uyumaya çalışmıştır. (s. 268-269)

Bu öyküde de yazarın ahlakçı tavrını görmekteyiz. Öyküde eşcinsel bir eylemin gerçekleşmemesini örnek bir durum olarak sunmaktadır çünkü.

7.

İbn-i Hazm'ın eşcinsel aşk kahramanları genellikle namusuna düşkün, güçlü sevgilerine rağmen cinsellik düşünmeyen kimselerdir. İşte bu tür kahramanların yer aldığı bir öyküde dönemin bakanlık sekreteri İbn-i Kuzman, mâbeyncinin kardeşi Eslem b. Abdülaziz'e âşıktır. Eslem "olağanüstü güzel" bir erkektir. Fakat İbn-i Kuzman'ın ona tutulmuş olduğundan habersizdir. İbn-i Kuzman tek taraflı sevgisinin etkisiyle hastalanır, yatağa düşer ve sonunda da ölür. Eslem, onun kendisine âşık olduğunu ölümünden sonra öğrenir ve önceden kendisine söylemedikleri için kızar. Şaşıran muhatabına ise; "Çünkü o zaman onunla olan bağlarımı daha da güçlendirirdim; yanından bir an bile ayrılmazdım. Bu bana en ufak bir zarar vermezdi" der.

İlgi çekici bir öyküdür bu... Âşık, ölebilecek kadar aşkında sadıktır; aşkı öylesine güçlüdür. Fakat aşkını dile getiremez. Durumdan habersiz sevgili ise ölüm olayından sonra durumu öğrenince hiçbir olumsuz tepki göstermez; bir erkeğe sevgi duyan diğer bir erkeği kınamaz ve ona daha çok ilgi göstereceğini de söylemekten çekinmez. Fakat tabii, bu durum kendisine bir "zarar" de veremez; çünkü o "namuslu" bir insandır, yani cinsellik düşüncesinden uzaktır.

8.

Eşcinsel öykü kahramanlarından biri de yukarıda sözü geçen ve İbn-i Hazm'ın en sevdiği arkadaşlarından biri olan İbn el-Tubnî'nin öyküsüdür. Çok yakışıklı bir adam olan İbn el-Tubnî'nin ölüm nedeni, bir genç erkeğe duyduğu güçlü aşktır. Bu genç erkek, bir askerdir. Tubnî, bu askere duyduğu aşkı şöyle anlatır:

"O kadar güzeldi ki, daha önce güzelliğin böyle canlı bir biçim kazanacağını hiç düşünmemiştim. O genç benim aklımı başımdan aldı, kalbim çılgınca ona bağlandı. Onun kim olduğunu araştırdım. "Filan bölgenin sakinlerinden falan oğlu falan. Kurtuba'ya çok uzak, ulaşımı çok zor bir bölge" dediler. O zaman onu yeniden göremeyeceğimden umutsuzluğa düştüm. (...) İşte böyle. Yemin ediyorum; onun sevgisi benden, mezara girmedikçe ayrılmayacak!"

İbn Hazm, gerçekten de öyle olduğunu söylüyor: "Ben o delikanlıyı tanıyorum; onun kim olduğunu biliyorum. Fakat onu ona tanıtmak istemedim. Çünkü o da öldü; her ikisi de Ulu Tanrı katında birbirine kavuştu, Allah cümlesine rahmet etsin!" (s. 228-229)

Yazarın eşcinsel bir aşkla yatağa düşen ve sonunda ölen bir dostu için yaptığı dualar ve söylediği övücü sözler oldukça dikkat çekici ve düşündürücüdür. Öykünün devamında yazar, Kurtuba'ya gidip bu çok sevdiği dostunun kardeşini bulduğunu ve ona başsağlığı dileklerini sunduğunu anlatmakta, fakat "Başsağlığı dilekleri sunulacak kişi asıl bendim" diyerek üzüntüsünün derinliğini ifade etmektedir. Yazar öyküyü şu şiirle bitirir:

"Kabirlerin karnı seni saklasa da, aşkım senden sonra da gizli kalamayacak. / Yüreğim sevdanla coşarken geldim kapına, ne ki kader bizi üst üste belalara, acılara boğdu. / Âh ne yazık ki kapıları açık evleri sensiz bomboş gördüm; göz yaşlarımı tutamadım ağladım, ağladım senin için." (s. 230)

9.

İbn-i Hazm'ın sahici öykülerinden biri de sufi dostlarından birinin başına gelenleri anlatır: Bu sufi önceleri çok dindar biri iken, sonradan bir delikanlıya âşık olur ve dervişlikten de ilimle meşguliyetten de vazgeçer. İbn-i Hazm'ın ve diğer dostlarının uyarılarına da kulak asmaz. "O güzelim kalemleri, sanki işlenmiş ya da eritilmiş gümüşten yapılmış bir genç delikanlının ince parmaklarıyla değişir." Daha sonra da sürekli "bazı çocuklarla" ilişki kurmaya devam eder; o kadar düşkün olduğu kitaplarının da çoğunu satar. (s. 244-245)

10.

Öykülerinden biri de akılcı İslâm mezhebi olan Mutezilenin kurucusu Nazzam'ın öyküsüdür. Nazzam, "kelâm ilmindeki yüksek seviyesine, tanınmış bir bilgin olmasına, öylesine geniş bilgisine rağmen" bir Hıristiyan gence âşık olur ve bu genç uğrunda "Allah'ın yasak ettiği haramlara bulaşır; o genç için 'teslis' inancını 'tevhid' inancına tercih ettiğini bildiren bir kitap yazar." (s. 245-246)

11.

İbn el-Cezirî adlı birinin de sevdiği oğlanı elde etme uğrunda, bilerek ve isteyerek ailesini yüzüstü bıraktığını ve ailesinin bundan çok büyük zarar gördüğünü anlatan İbn-i Hazm, onu son derece kınar ve yaptığı işin çok büyük bir günah olduğunu söyler. Bu kişi hakkında bir arkadaşının yazdığı şiirden, "Ha vererek 'mim' alıyor; ilahi yasakları çiğneyenler işte tam böyle davranırlar" dizesini de alıntılar. (s. 246-247) Bu dizeyi açıklayan çevirmen, "Ha ve mim harfleri karşılıklı olarak eşcinselliği simgeler" demektedir. (s. 293) Bu öykünün kahramanı el-Cezirî, kendini eşcinsel ilişkinin zevkine öyle kaptırmıştır ki, İbn-i Hazm; "Ulu camide insanlar Allah'a kendilerini alçalıştan korumaları için yalvarırken, söz konusu şahsın da Allah'ın kendisinden iffet ve namusu kaldırması için yalvardığını duydum" der. (s. 247)

Sonuç

İbn-i Hazm, genel İslam anlayışına bağlı kalarak zinaya da eşcinsel ilişkiye de karşıdır. Evlilik dışı ilişkileri kınamaktadır. Fakat duygusal plânda kalmak şartıyla her türlü sevgiyi onayladığını söyleyebiliriz. Olumlayarak anlattığı eşcinsel aşk öyküleri, cinsellikten arındırılmış, sadece sevginin yüceliğini yansıtan öykülerdir. Ayrıca yazar hem kendisinin, hem de tanıdığı arkadaşlarının son derece namuslu kimseler olduğunu özellikle vurgulama ihtiyacı hisseder. Ona inanabiliriz fakat yazarın kendisi de dahil olmak üzere bütün insanların eşcinsel sevgiyi içlerinde duyumsadıkları gerçeğini de göz ardı etmemek gerektiği düşüncesindeyiz. Zaten günümüzde de kimliğini eşcinsel olarak tanımlayan herkesin mutlaka eşcinsel eylem içinde olduğunu söylemek doğru olmayacaktır. İbn-i Hazm'ın öyküleri bize bu bakımdan eşcinsel aşkın da heteroseksüel aşk gibi evrensel olduğunu düşündürüyor.

Peki cinselliği de bünyesinde barındıran eşcinsel sevgi hakkında ne düşünmektedir İbn-i Hazm? Bu sorunun yanıtını daha çok Güvercin Gerdanlığı'nın son bölümlerinde buluyoruz. İbn-i Hazm, zinayı ve eşcinsel ilişkiyi kötülediği son bölümlerden birinde; genç bir çocuğu bağrına basıp menisi gelinceye kadar bırakmayan bir adam ile kendisine sarılmasına izin vererek bir adamın boşalıp menisinin gelmesini sağlayan genç hakkında İslâm hukukçularının verdiği ağır cezaları zikreder ve "içtihadda bu denli ağır bir tutumun kendi görüşlerine aykırı olduğunu" söyler. (s. 260-261) Fakat yine de o gerek zinânın, gerekse eşcinsel ilişkilerin hukukçular tarafından öyle veya böyle cezalandırılmasından yanadır. "Lut kavminin işlediği eşcinsellik konusuna gelince, bu çok kötü ve çok çirkin bir iştir" (s. 261) diyerek Kur'ân'da eşcinsellikle ilgili âyetleri alıntılar. Peşinden de Şüca b. Varka el-Esedî adlı "kadın gibi kendini kullandıran" bir adama uygulanan korkunç bir cezayı zikreder. ( s. 262)

Dolayısıyla İbn-i Hazm'ın duygusal anlamda eşcinsel veya heteroseksüel sevgi/aşk arasında herhangi bir ayrım yapmadığını söylemek mümkündür. Yalnız o, eşcinsel eyleme kesinlikle karşıdır ve sınırlı ölçüde de olsa cezalandırılması gerektiğini düşünmektedir. Hem erkekler arası aşka, hem de heteroseksüel aşka birlikte yer vermesiyle İbn-i Hazm'ın biseksüelliğe yakın durduğunu söyleyebiliriz.

İbn-i Hazm'ın eşcinsel aşk kadar eşcinsel eylemi de onaylamasını beklemek ise büyük bir hayalcilik olacaktır. Yukarıda derlediğimiz türden eşcinsel aşk öyküleriyle birlikte çok daha fazla heteroseksüel aşk öykülerinin anlatıldığı ve aşkın yüceltildiği yapıtında "Bağnaz hasımlarımdan kimileri böyle kitap yazdığımdan dolayı beni kınayacaklar" diyen İbn-i Hazm'dan eşcinsel eylemi de onaylamasını ve savunmasını beklememeliyiz.


1İbn-i Hazm; Endülüs Emevi Devleti döneminde İspanya'da yaşamış ünlü bir Müslüman bilgindir. Hukukçu, edebiyatçı, metodoloji bilgini, muhaddis, soy ve şecere uzmanı, dilbilimci ve şairdir. İyi bir eğitim görmüş, Endülüs saray ve siyaset çevrelerinde de varlık göstermiş, zaman zaman vezirlik de yapmıştır. (Bk. İbn Hazm, Güvercin Gerdanlığı/Sevgiye ve Sevenlere Dair, Çeviren: Mahmut Kanık, İnsan Yayınları, İstanbul, 1985, s. 25-32.) Bu yapıtın Fransızca (Le Collier du Pigeon ou de l'Amour et des Amants), İtalyanca (Ibn Hazm Il Collare Della Colomba Sull' Amore et Gli Amanti), Rusça (Ozerelye Golubki Prevods Arabskogo MA Salye) ve İngilizce (A Book Containnig The Risala Known as The Dove's Necking About Love and Lovers) çevirileri yapılmıştır. Yapıtın bir "Şark-İslam klasiği" olarak nitelendirilmesi ne kadar doğrudur bilemem, çünkü Endülüs, Doğuda değil, Batıda (İspanya) idi. Ama yine de kültürel açıdan Şark-İslâm geleneği içinde yer alması, bu yapıtın da Şark-İslâm klasiklerinden sayılmasını gerektirir diyebiliriz.
2Bk. Mahmut Kanık, "İbn Hazm ve Edebi Kişiliği", Güvercin Gerdanlığı, s. 33-39.
3A.g.e., s. 283.
4Aslında çevirmenin tutumundan kaynaklandığını sandığımız bir durumdan burada söz etmeliyiz. Türkçede fiil kiplerinde eril-dişil ayrımının bulunmamasından yararlanan çevirmen, Arapçada fiil kiplerinde bulunan eril-dişil ayrımını görmezden gelerek, eşcinsel aşk öykülerini çevirirken öznelerin erkek mi, kadın mı olduğunu özellikle belirtmemiş olmalıdır. Bu durumda öznenin belirsiz olduğu tüm öykülerin eşcinsel aşk öyküleri olduğunu düşünebiliriz.
Giriş I. Öyküler II. Mevâid'de eşcinsel kültür III. Şeker Dudaklı Ay Yanaklı Oğlan Öyküsü IV. Nâima Tarihi’nden Eşcinsel Bir Anekdot
V. Aşk Tanrıya Ortak Koşmaktır VI. "ÜZÜMCÜK" Diye Bir Şey Var... VII. Leyla ile Leyla VIII. Eşcinsel Aşk Zinciri IX. Nedim'in "Serv-i Revan"ı


Tıklayın: önceki sayfa